Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 109

  H em ay sonu banka yoğunluğu, hem de izinli iş arkadaşları yüzünden bu hafta yorucu geçti. Blogları okuyamadım, Ağaç Ev Sohbetleri'ne gecikmeli katılabildim. Oysa bu haftanın  çok hoş bir konusu vardı.   Kaplan Diary önermiş bu haftanın konusunu: "Beş yıl önceki yaşantınız nasıldı? On yıl sonrası için hayalleriniz, beklentileriniz ve yaşama dair hedefleriniz nelerdir?" Soruyu düşününce hayatımı beş yıl geriye sardım. Meğer beş sene öncesi bugünün aynısıymış. Gündemim yine işmiş. Büyük bir şubede çalışıyordum. İşler çok çok çok yoğundu.İşler bir yana deli bir müdür vardı, her akşam toplantı yapan.Akşam sekizden önce çıkamadığımız gibi bu müdür yüzünden de saat onu bulduğumuz olurdu.  Sonra çuval gibi eve gelir, televizyon sesini filan çekecek halim olmazdı. Sabah yataktan kalkamaz hale gelmiştim. Bu şubedeki koşulları değiştiremem ama az yoğun bir şubeye geçebilirim diye düşündüm. Alt pozisyon da dahil olmak üzere tayin isteyerek iki sene sonunda bataklıktan kurtuldum

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 108

    Ağaç Ev Sohbetleri’nin bu haftaki konusu Deepsi ‘den: “Bazı insanlar tatili, yolculuğu önceden planlarlar, detaylı olarak, diğer bazı insanlar ise birçok detayı esnek bırakır. Hangisini tercih ediyorsunuz?” Sürpizleri sevmem. Her şey kontrol altında olmalı. İlla ki önümü görmem lazım. Biletimi, kalacak yerimi, gezeceğim yerleri önceden belirlediğimde daha hafif hissediyorum kendimi, daha huzurlu oluyorum. Babam, kardeşim de benim gibi. Sanırım ailemiz nasılsa biz de öyle oluyoruz. Eşim benden beter. Rotayı, maliyeti çıkarır, yerleri ayarlar, güzergahları belirler. Bu konuda da oldukça iyidir.  Evlendiğimden beri ben plan yapmıyorum. Çünkü eşim her şeyin üstünden elli kere geçtiğinden, ne kadar planlı olsam da o kadarı fazla geliyor. İçim şişiyor.  Özellikle yurt dışı tatillerinde planlı olmak gerek bence. Zaman kazandırır. Bir de tek bir gitme şansı olunca plan programlı gezmek verimli oluyor..Üç gün bir yerde kalacağız diyelim, iki gün harala gürele, yürü babam yürü, görülecek yer

KLEOPATRA-STACY SCHIFF

    Kleopatra’nn adını duymayan yoktur herhalde. Kendisi Mısır kraliçesi olsa da Anadolu’nun pek çok ilinde adından söz edilir;  Kleopatra Yozgat’a, Niğde’ye, Kilis’e geldi denir. Gerçekten de Anadolu'da gezinmiş. Bu kitabı okumadan önce Kleopatra ile ilgili bilgilerim oldukça kısıtlıydı. Oysa çok önemli bir figürmüş kendisi. Bugün bile kadın yöneticilerin sayısı iki elin parmağını geçmezken Kleopatra’nın milattan öncesi dönemde Mısır’ı yönetmesi gerçekten önemli. Tabii hemen kraliçe olmamış. Mısır’da Ptolemy hanedanlığı hüküm sürüyormuş. Bunlarda da kardeş evliliği yaygınmış. Yöneticiler kardeşleri ile evlenirlermiş; bunu da ilk defa duydum ve şaşırdım. Taht yabancıya gitmesin diye sanırım.  Kleopatra ‘da kardeşi ile evliymiş ama kardeşi Kleopatra’yı pasifize etmiş, yönetimi ele geçirmiş, O zamanlar Roma imparatoru da Sezar’mış. Mısır verimli topraklara sahip olduğundan Roma hükümdarları Mısır’ı hep el altında tutar, Mısır’ın zenginliklerini sömürürlermiş. Sezar’ın bir Mısır seyah

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 107

  O kul haftasında Ağaç Ev Sohbetleri'nin konusu da eğitim. Konu Makbule Abalı'dan  gelmiş:  "Hayal bu ya, bugünlerde "ÖĞRETMEN" olsaydınız öğrencilerinize öncelikle hangi değerleri kazandırmak isterdiniz? Hangi öğretim kademesinde, hangi sınıflarda, hangi branşlarda öğretmenlik yapacağınıza lütfen siz karar verin." Okul sıralarında on altı yılım geçti. Sistemin çalışkan dediği, her dönem takdirname alan bir öğrenciydim. Sonrasında gördüm ki aldığım belgeler çöpmüş, O kadar müzik dersi almışım,İngilizce dersi almışım, formüller havada uçuşmuş, tüm tarihi ezberlemişim ama kalıcı olan bir şey yok. Ne bir enstrüman çalabiliyorum, ne İngilizce konuşabiliyorum. Ama bunlardan daha önemlisi kendimi tanımıyorum. Vücudumun nasıl çalıştığını bilmiyorum örneğin. Oysa çok hayati bir bilgi bu. Kendimi nasıl şarj ederim, hangi saatlerde uyursam daha enerjik olurum, algılarım açık olur? Mesela köpek eğitimi belgeseli izliyorum, köpeğin sizin korktuğunuzu, heyecanlandığınız

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 105

  Ağaç Ev Sohbetleri'nin bu kadar uzun soluklu olacağını düşünmemiştim. Tam 105 hafta olmuş.. 105. hafta konusunu da Deepsi önermiş :  "Neden kitap okuyorsunuz?" Okumayı öğrenmeden babam Can Çocuk kitapları serisini dizmiş eve. Babamın yönlendirmesi ile okumaya başladım ve çok sevdim. Kitaplarla  farklı dünyalara girmeyi, karakterle özdeşleşip heyecanlanmayı, korkmayı, bin bir duygunun içinde yaşamayı, her şeyin mümkün olmasını çok sevdim. Çocukken okumayı daha çok severdim. Çünkü kitaplarda hep iyiler kazanıyordu. Hayat kolaydı.Cinsellik, para gibi çetrefilli konular yoktu. Arkadaşlarımla oyun oynarken bir an önce bitse de eve gidip kitabıma gömülsem diye sabırsızlanırdım. Annem babam kızınca gizlice el feneriyle yorganın altında okumaya çalışırdım. Bir de kitapların, derslerin hep doğruları söylediğine inanırdım. Büyüyüp öğrendikçe kitapların da yalan söylediği anladım ve eskisi kadar keyif almaz oldum. Yine de okumayı seviyorum. Okurken hayal gücümle yağmuru, rüzgarı h

YENİDEN MERHABA

  Yıllık izin bitti, kürkçü dükkanına döndüm yine. Kış benim için zor geçmişti, bunun için kendimce bir karar almıştım. Yazdan, sıcaklardan hiç şikayet etmeyecektim. Sonra yangınlar seller, mülteciler filan derken yaz da buruk geçti. İznimin büyük bölümünde ailemin yanındaydım. Maalesef eşim de benimleydi. Eş-aile dengesini kurmak zor oluyor,gerim gerim gerildim. Yine de kavga olmadan atlattığıma seviniyorum. Bence herkes kendi ailesi ile görüşse hayat daha kolay olurdu.  Bu senenin gerilimleri bana bunu getirdi sanırım, seneye daha rahat edeceğim. Her işte bir hayır var :) Uzun zamandır ev işleri ile kafayı bozmuş durumdayım. Yatak odası mobilyamız beş parçaydı. Bunun üç parçası, üç farklı temizlikçinin elinde helak olunca dedim uğraşamam ben temizlikçiyle filan, kendim yaparım. Sonuçta  Danİmarka Başbakanı  bile ev işlerini yetiştiriyorsa ben niye yetiştiremeyeyim? Her sene bu döngüyü yaşıyorum zaten. Temizlikçilere küs, kendin debelen, sonra tekrar birini bul... Yine yetişmiyor. Ama

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 96

             Ağaç Ev Sohbetleri’nin 96. Haftasında Dipsi güncel bir konuda yazalım  istemiş: "Aşı olacak mısınız? Yoksa aşı karşıtı mısınız? Aşı sonrası aşıdan dolayı hastalık veya ölümlerin olduğunu düşünüyor musunuz? Genel olarak aşı hakkında ne düşünüyorsunuz?"           Ben çocukken aşı karşıtlığı diye bir şey duymamıştım. Aşı bizi hastalıklardan korurdu, bu kesin, net bir bilgiydi ve herkes aşısını olurdu. Aşı karşıtlığını son on yıldır duyuyorum. Aşı karşıtları insan doğasının hastalığı kendiliğinden yeneceğini, gerekli olmadığını söylüyorlar. Ben öyle düşünmüyorum. Tarih de öyle söylemiyor zaten. Aşı;  çocuk felci, çiçek gibi hastalıklara çözüm olmuş.           Her ne kadar aşı karşıtı olmasam da durum bu defa farklı.  Hiç tanımadığımız bir virüse karşı, normal aşı süreçlerinden çok daha hızlı bir zamanda aşı üretildi ve uygulamaya başlandı. Bu aşılardan biri olan Biontech aşısında da ilk defa MRNA yöntemi denenmiş. Aslında uzun zamandır üzerinde çalışılan bir şeymiş

UĞULTULU TEPELER-EMILY BRONTE

Okuma tempom oldukça düştü. Günde 10-15 sayfa okuyabiliyorum. Kaplumbağa hızımla Uğultulu Tepeleri nihayet bitirebildim. . Klasikler arasında sayılan " Uğultulu Tepeler " İngiliz edebiyatından. Yazarı Emily Bronte sadece otuz yıl yaşayabilmiş, yirmi dokuz yaşında da tek romanı olan Uğultulu Tepeler i yazmış.Kitap, İngiliz edebiyatının önemli eserlerinden sayılıyormuş. Uğultulu Tepeler aslında bir aşk hikayesi.Klasik aşk hikayelerinde okuyucu aşıklardan birinin yerine koyar kendini, ona empati duyar. Bu romansa alışageldiğimiz romanlardan çok farklı. Çünkü romanın kahramanı Heatcliff gerçek bir kötü.Neşenin, dünyada güzel olan her şeyin düşmanı.Elini attığı yeri, bile isteye kurutan  bir adam. Sadece Heatcliff değil, diğer kahramanlar da kusurlu, hataları olan insanlar. Kitaptaki tek düzgün insan kitabın anlatıcısı olan, hizmetçi Ellen Dean bence. Diğerleri, öfkeli, kibirli, hastalıklı.. Kitabı okurken İngiltere'nin o dönemdeki kırsal yaşantısına şahit oluyoruz. Romandak

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 95

  Deep Tone, Ağaç Ev Sohbetleri'nin 95. haftasında sormuş: "Hangi ülkeleri kendinize yakın hissediyorsunuz veya seviyorsunuz? Hangi ülkelerin filmlerini, müziklerini, dizilerini, kitaplarını kendinize yakın hissediyorsunuz veya seviyorsunuz?" Sanırım kendimi yakın hissettiğim bir ülke olmadı. Roma 'yı gezerken iklimini bizim buraların iklimine benzetip yakın bulmuştum. Roma İmparatorluğu'ndan kalan sütunlar aynı bizim buralardaki kalıntılar gibi olduğundan çok tanıdık gelmişti. Yetişen bitkiler, ağaçların kokusu,şehrin tepelerinin  İstanbul'a benzemesi nedeniyle de kendimi en iyi hissettiğim yurt dışı şehriydi. İtalya'yı değil de Roma'yı kendime yakın hissetmiştim. Kitap okurken, film izlerken de seçimlerim uzak bulduklarım, kültürü bize benzemeyenler arasından. Kuzeyliler bize benzemiyor, altı ay gece altı ay gündüz yaşayıp, soğuğa dayanıklı oluyorlar, iri yarı, izbandut gibi insanlar.  Onların bakış açılarını, yaşamla ilgili çözümlerini merak ettiğim

SEXIFY (NETFLİX DİZİ)

Sexify, Polanya yapımı bir gençlik dizisi Sekiz bölümden oluşan dizinin bölümleri yaklaşık kırk dakika. Başrolümüz Natalia, üniversite son yılında, teknik bir yarışma ve mezuniyet  için"uyku" ya dair bir uygulama  üzerinde çalışmaktadır. Konu "uyku" olunca yurt odasında kendi üzerinde kafasına reseptörler filan takarak veri toplayabilmektedir. En yakın rakibi  uygulama ile renk değiştiren jöle projesi olunca da kendinin birinci olduğundan neredeyse emindir. Taa ki projeyi seçecek hoca ile tanışana kadar. Sandığının aksine projeyi değerlendirecek hoca, "uyku" aplikasyonundan pek etkilenmez. Gençleri etkileyecek, ilgisini çekecek seks gibi bir konu bulmasını ister. Bunun üzerine Natalia konusunu kadın orgazmı olarak değiştirir. Ancak çok büyük bir sorunu vardır. O güne kadar ki hayatını bir beyin olarak yaşamış olan Natalia'nın hiç erkek arkadaşı, deneyimi veya bedenine dair bir fikri olmamıştır.Dolayısıyla ne yapacağını bilemez. Bunun için daha deneyiml

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #94

    Uzun süredir ayrı olduğum bloğa Ağaç Ev Sohbetleri ile dönmek istedim. Bu haftanın konusunu Makbule Abalı önermiş: “Kişisel olarak bir değerlendirme yaptığınızda çevrenizde ya da kendinizde gördüğünüz stres kaynaklı rahatsızlıklar nelerdi, bunların nasıl üstesinden geldiniz? Stresin  sözlük anlamı gerginlik demekmiş; hayat bizi iki yandan çekiştirdiğinde geriliriz. Hem eve, hem işe yetişemediğimizde; değer yargılarımızla yaptıklarımız uymadığında; iki sevdiğimiz arasında kaldığımızda; gelecekten kaygı duyduğumuzda gerilir de geriliriz. Bazıları geniştir pek az etkilenir, bazıları da kırılgandır, daha çok etkilenir. Stres  bedenimizin farklı yerlerinde kendini belli eder. Benim eskiden mideme vururdu. Artık daha çok sırtıma ve omuzlarıma vuruyor. Kaskatı kesiliyor sırtım ve omuzlarım. Stres nedeniyle saçımın döküldüğü, uçuk çıkardığım da çok oldu. Bir de stresin yoğunluğuna bağlı olarak donup kalırım.  Stresle mücadele etmek için eskiden uyurdum. Uyuyup gevşer sonrasında devam eder

YEMEK CENNETTEN ÇIKMADIR!-JENNIE SHORTRIDGE

Kitaplığımda okumadığım kitapları bitirme serüvenim sürüyor. Tosbağa hızımla iki sene kitap almadan idare edebilirim sanırım. Biraz kafa dağıtmalık okumak istedim ve hafifitir diye bu kitabı seçtim. Okuması kolay bir kitaptı ama bu tür köpük kitapların aksine yazar kahramanın duygularını, gelgitlerini iyi yansıtmıştı. Köpük kitaplardan iyiydi o nedenle. Bir de gerçeküstü bir mutlu sonla bitmiyordu, her şey güllük gülistanlık olmuyordu ama kahramanımız yine de mutlu oluyordu. Bu nedenle de iyi not aldı benden. Özetle kitabı sevdim ve okunabilir. Konumuz bir yemek yazarı ile ilgili. Tombul bir kişi olan ve yemek yemeyi ve yapmayı seven Elanor Samuels serbest çalışan, dergilere yemek yazıları yazan bir yemek yazarıdır. Yalnız sevdiği yemekleri değil de düşük kalorili, glutensiz, şişmanlatmayan alternatif tarifler yazması beklendiğinden yazdığı yazılardan pek mutlu değildir. Elanor son biten ilişkisinin şişmanlığı yüzünden sona erdiğini düşündüğünden hayatına kimseyi sokmamakta, küçük evin

KOLAY VE MUTLU MUTFAK-MIKI MOTTES

Bir süredir uğramadım bloguma.  Keyfim pek yoktu. Zamanımı kanepede uzanarak ya da mutfakta yemek yaparak geçirdim. "Mutfak terapi" diye bir terapi yöntemi varmış. Bilmeden onu yaptım sanırım.Yemek yapmak iyi de, tezgahı toplamak zulüm ya, robotlar gelse de toplasa:) Mutfağımda balkabağı gördüğümde, bezelyenin kabuğunu açtığımda iyi hissediyorum kendimi. Yoğurt ve yumurtadan vazgeçemeyeceğim için veganlık uzak bana ama olabildiğince bitki temelli beslenmek istiyorum. Bu kitabı da ondan aldım. Kitabın adında "kolay" geçince havuçların kendi kendini doğradığı bir yöntem öğreneceğimi sanmıştım ama belirtmek isterim ki öyle bir yol yok. Sebze pişirmenin en zor yanı da bu zaten. Doğra, doğra, doğra.. Bitmiyor... Kolay ve Mutlu Mutfak 'a  dönersek bir vegan olma rehberi diyebiliriz. Miki Mottes'in yazdığı kitap Suat Erus tarafından çevrilmiş.  Kitabın yazarı Miki Mottes aynı zamanda çizer olduğundan  sebze, meyveleri sempatik tipler olarak bol bol resmetmiş. Görse

#sevgili günlük

Netflix'te Kominsky Method adında şeker bir dizi var. Dizi, 60 yaş üstü insanların hayatlarını komik bir şekilde anlatıyor. Yaşlı insanlar söz konusu olunca da prostat sorunları, hastalıklar, ölüm gibi konular işleniyor.Haftalık duygu değişimlerimi, hayat akışımı  anlattığım "sevgili günlük"   bölümüm de bana o diziyi anlatıyor. Her hafta açıp oram ağrıdı, buram ağrıdı yazıp kapatıyormuşum gibi geliyor :)) Ama oram ve buram ağrımaya devam ediyor. Sinüslerim öldürdü beni bu hafta. İki günlük yoğun bakım sonrası biraz genzime akmaya başladılar ki hiç hoş bir his değil. Yine de alnımdaki doluluk gittiği için şükran duyuyorum. Üst üste hasta hissettiğim için yeni bir karar aldım. Yılbaşında aldığım tüm kararları ve hedeflerimi iptal ettim. Tek istediğim sağlıklı ve neşeli olmak. Kendime o kadar okuyacağım, bu kadar izleyeceğim diye baskı yapmayı bırakıyorum. Sağlıklı olmanın yolu doğru beslenmek, hareket etmek ve stresten uzaklaşmaktan  geçiyor nereye baksam. Ben de o doğrult

#SEVGİLİ GÜNLÜK

Şubat ayının son haftasına girdiğimize inanamıyorum. İnanamadığım diğer şey de yaşım. Geçen hafta 39. yaşıma bastım. Zaman uçuyor. Ama hiç 39 gibi hissetmiyorum. Tamam, 16 yaşının saftirikliği yok ama bu yaşla gelen bilgelik durumları da yok yani. Dışardan eskiyorum, yaşlanıyorum, iç sesim filan aynı. Sanırım 60 da  da aynı olacak.  Karlı bir haftaydı, bu hafta. Sinirli bir kar yağdı. Sert, bol ayazlı. Keyif vermedi pek. Geceleri de çok soğuktu. Hasta olmayı pas geçemezdim. Cuma, cumartesi- dört gözle beklediğim hafta sonum pek tatsız geçti. Küçükken hasta olduğunda dünya senin iyileşmeni beklerdi. Şimdi öyle bir durum yok. Dünya çok aceleci oldu. Kalben'in saçlar şarkısını çok saçma bulmuştum, şimdilerde benim şarkım oldu. Saçlarım öyle dökülüyor ki. Her yerde saçlar. O kadar dökülmeye nasıl saçım var şaşırıyorum. Bu hafta kanıma baktırsam iyi olacak. Dün arkadaşlar dört sene önce tanıdığımız iki kişiyi anlattı. Hemen hatırladım. Öyle sevindim ki. Biliyor musun günlük artık hiç bi

İLK KOMPOSTUM

Daha önce  kompost kovası aldığımı anlatmıştım. Kompost yapmak için kova dışında talaş ve Bokaşi sıvısına ihtiyacımız varmış. Kovam geldi ama diğer iki malzemem yoktu. Onları sipariş edip gelmesini bekledim. Yalnız bu Bokaşi sıvısı kovanın yarı fiyatı!! Buğday Derneği 'nin sitesinde süt, pirinç ve suyla yapılışı anlatılmış, ama ilk sefer olduğundan ben satın almayı seçtim. Bu sıvı sineklenmeyi, kokuyu engellerken gübreleşmeyi hızlandırıyormuş, onun için önemli. kompost sıvısı Malzemelerimi tamamladıktan sonra ilk kompostumu pazar günü kurdum.Çöp turşusu diyorlar ama turşu kurmaktan kolay.  Kovanın içindeki süzgeçli bölmenin üzerine biraz talaş serpip Bokaşi sıvısı püskürtüyoruz. Sonrasında organik atıklarımızı atıp bir poşet yardımıyla sıkıştırıyoruz. Benim kovamın içinde sıkıştırma aparatı var, onun için poşet kullanmama gerek kalmadı. Bokaşi kompostuna yumurta kabukları, ağartılmamış kağıt, mukavva, sebze kabukları, soğan kabuğu, narenciye kabukları atabiliyoruz. Bazı yerlerde e

INFERIS-MAHFİ EĞİLMEZ

Ekonomi blogunu severek takip ettiğim Mahfi Eğilmez'in bu kitabını iş arkadaşımdan bir perşembe günü  sevinerek ödünç aldım. Eşim kitap okumaz, zorla ona kitabı okutmaya kalktım. Cuma günü eşim şiddetli boğaz ağrısı, bense şiddetli bir halsizlik yaşadık. Uyuyunca geçti neyse ki. Pazar günü  kitabını aldığım arkadaşımın korona testinin pozitif çıktığını öğrenince kitabı karantinaya aldık. Sanırım virüsle karşılaşan vücudumuz tepki gösterdi ama antikorlarımız olduğundan hastalanmadık. Eşim ne çekti benden, eve sürekli virüs getirip duruyorum :)) Korona zamanı kitap alışverişi yapmayın diye uyarmak istedim.  Kitaba gelirsek, kitabın başında olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisinin olmadığı(!) özellikle belirtilmiş :) Olayların geçtiği ülkede büyük kamu ihaleleri belli firmalarca alınmaktadır. Bir gün bu ihaleleri alan şirketlerin birinin patronu bir cinayete kurban gider. Bu kişi ile ülkenin eski kamu ihaleler bakanı arasında rüşvet olduğuna dair isimsiz bir ihbar mektubu gelince

BİMBAMBOM! ARTIK BENİM DE KOMPOST KOVAM VAR!

Kompost yapmak;  atıksız yaşam, sıfır atık ve minimalizme ilgi duyanların sık karşılaştıklarından. Ülkemiz, evde geri dönüşüm konularına uzak olduğundan Bokaşi Kompostundan üç sene  önce haberdar oldum. Japonca'dan gelen Bokaşi , mikroorganizmalarla fermente etmek anlamına geliyormuş. Evde çıkardığımız organik çöpleri, turşu gibi fermente ederek toprağa dönüştürüyoruz.  Topraktan aldığımızı toprağa veriyoruz tekrar. Çok romantik değil mi? İşte ben bu Bokaşi kompostunu duyduğumdan beri kovalara bakıp yalanıp duruyordum. Ama fiyatları yüksek geliyordu. Aslında basit bir mekanizma, elinden iş gelenler, matkabı olanlar kolaylıkla yapabilir, Youtube'da yapanların videoları da var. Maalesef benim bu konularda becerim olmadığından kovayı  almam gerekiyordu, nispeten fiyatı düşük bu kovayı kendime doğum günü hediyesi aldım.  Topraktan aldığımı toprağa vermek düşüncesi beni heyecanlandırmakla birlikte yaparken çöplerle haşır neşir olacağımdan zorlu aşamaları olacaktır tabi. Bunu kabul e

SIR-HAYAL ETMEKTEN KORKMA

  Sır-Secret’ı duymayan kalmamıştır herhalde. Olumlu düşünüp, olmasını istediğimizi hayat ettiğimizde yaydığımız enerji ile istediklerimizi çekmek, isteklerimizi gerçekleştirmek  şeklinde özetlenebilecek bir teori.  Olumlu düşünmenin insanı gevşetip işlerini yolunda gitmesine  neden olacağını düşünsem de istediklerimizi gerçekleştirmenin bu kadar kolay olduğunu sanmıyorum. Maji konusunda okuduğum kitaplar da düşünceler yoluyla istekleri gerçekleştirmenin mümkün olduğunu ancak bunun uzun, disiplin isteyen bir yol olduğunu söylüyor. Bu kitaplara göre insan önce günlük 5 dakika ile başlayıp  meditasyon yaparak, önce zihnini boşaltmayı öğrenmeli , sonrasında ise her gün istediğine odaklanıp zihin gücünü isteğine yönlendirerek isteğini oldurmaya çalışmalı, ki bu hiç kolay değil. Yani öyle amanin pizza istedim gelsin, amanin araba istiyorum olsun diye bir şey yok. İlk  Secret belgeselinin de büyük kısmını izlemiştim, belgeseldeki tipleri pek gözüm tutmamıştı. Yine de belki olabilir diye, hat

FIRTINA-JULIE CROSS

  Amerikalı yazar  Julie Cross'un kitabını yılbaşında kardeşim hediye etmişti. Kitap zaman yolculuğu yapabilenler hakkında. Kitabın ana karakteri Jackson tesadüfen zaman yolculuğu yapabildiğini keşfeder. Başlangıçta bu yolculukları kısa süreli ve kontrolü dışındadır. Taa ki peşinde birilerinin olduğunu öğrenene kadar. Onlardan kaçayım derken 2009 dan 2007 yılına gider ve orada kısılır kalır. 2009'a her dönme girişiminde kendini 2007'nin bir başka gününde bulur. Bütün bunlar olurken, Tempus geni taşıdığını, bu geni taşıyanların zamanda seyahat edebildiklerini, kendinin bir proje çocuk olduğunu, anne ve baba bildiği kişilerin gerçek anne ve babası olmadığını öğrenir. CIA'nin "Fırtına" adını verdiği ekibi zaman yolculuğu yapanları gözlemektedir. Fırtına ile Zamanın Düşmanları adını verdikleri diğer zaman yolcuları arasında bir güç mücadelesi vardır. İki taraf da Jackson'ı kendi tarafına çekmeye çalışır. Zamanda yolculuk yapabilenlerin bazıları zamanı değiştir

#SEVGİLİ GÜNLÜK# 4

  Uzun zamandır mutfağa sticker almayı düşünüyor ama karar veremiyordum. Handan' ın karavanındaki sincaplar öyle tatlı geldi ki ben de mutfağıma davet ettim. Neşe ve renk kattılar mutfağımıza. Handan da bana "influence" etmiş oldu :) Hayatıma böyle ite kaka renk katmaya çalışsam da aslında pek tadım yok be blog. Kimsenin tadı yok sanki. Hafta içi çalış çalış çalış, hafta sonu eve hapsol. Saçma değil mi? Hafta içi her yere gidebiliyoruz, bankada filan tedbirler gevşedi, içerisi zaman zaman tıklım tıklım oluyor, markete gidiyorum, yine tıklım tıklım. Ama hafta sonu yasak.. Annemin babamın da psikolojisi bozuldu, babam 65 yaş üstü,iyice eve hapsoldu. Biz bu durumdayken üstüne işini kaybedenleri, iş yerlerini kapatanları düşünemiyorum.  Mesaimiz salgın yüzünden altı yerine, beşte bitiyor. Eskiden olsaydı bu bir saat bana nasıl enerji verirdi. Şimdi zaman artmasına rağmen zamanın bereketi yok. Daha çok evde kalmama rağmen ev işlerinde eski performansımı gösteremiyorum. Yaprak

MAKİNİST (2004 FİLM)

  Cumartesi günü eşimle sinema günümüz. Ama ortak zevklerimize hitap eden film bulmakta zorlanıyoruz. Kısa olacak, sürpriz sonlu olacak, ağır tempolu olmayacak, vurdulu kırdılı olmayacak, romantik olmayacak.. Liste böyle uzayıp gidince de izleyecek pek bir şey bulamıyoruz. 2004 yapımı Makinist, 1 saat 42 dakikalık zamanlamasıyla kısa film beklentimizi karşıladı. Diğer açılardansa hayal kırıklığına uğrattı bizi. 2004 yılı için sürpriz sonlu olarak tanımlanan film ise 2021 den bakınca sürpriz sonlu değildi, pek şaşırtmadı. Filmin başrolündeki "Trevor" karakterini canlandıran  Christian Bale bu rolü için tam 25 kilo vermiş. Gerçekten de zayıf haliyle bir yıdır uyumayan bir adamı başarıyla canlandırmış. Film makinacı olarak çalışan Trevor hakkında. Bir yıldır uyuyamayan Trevor evinde kimin bıraktığını bilmediği notlar bulmaktadır. Bir süre sonra bir adam takılır Trevor'ın peşine. Bu adama bakacağım derken bir arkadaşının kolunu kaybetmesine neden olur. Yalnız Trevor'ın pe

KÖPEK DİŞİ (2009 FİLM)

Köpek Dişi , Yunanistan yapımı ödüllü bir film. Kendini izole etmiş bir ailenin yaşamı filmin konusunu oluşturuyor. Filme ilişkin duygularım karmaşık. Film, rahatsız edici, sarsıcı, mide bulandırıcı, tuhaf, yavaş tempolu ama izlediğime pişman oldum diyemiyorum. Çünkü bir yandan da sıra dışı, merak uyandırıcı ve farklı düşünmeye sevk edici.  Kendinizi çocukların yerine koyduğunuzda çaresiz hissediyorsunuz,bir şeyler öğretilmediğinde ne kadar çaresiz kalacağınızı görüyorsunuz.  Filmi beğendim de diyemiyorum bir taraftan.  Köpek Dişi  Konusu :Toplumdan izole yaşayan dört kişilik ailede evden dışarı çıkabilen tek kişi çalışan babadır.  Bu baba aşağılık,pislik herifin tekidir. Çocuklarını köpek eğitiminden esinlenerek eğitir.  Zaman zaman alieecek havladıkları da olur. Annenin de kötülükte babadan aşağı kalır yanı yoktur. Ergenlik çağındaki ikisi kız, biri erkek üç çocuklarının isimleri bile yoktur. Dünyayı anne babalarının anlattığı kadarıyla bilmektedirler. Telefonu uzatır mısın dedikleri

JULIE-JULIA (2009 FİLM)

  Bloglarla ilgili okurken rastladığım bir film Julie&Julia.Hikaye iki kadının gerçek hikayesine dayanıyor.1948'de Paris'te yaşayan yemek kitabı yazarı  Julia Child  (Merly Streep) ile yıllar sonra New York'ta  onun tariflerini deneyip  tecrübelerini blog yazarak paylaşan Julie Powell(Amy Adams) ın hikayesine. İlk başta Paris sahnelerinin beni sıkacağını düşünsem de en çok Paris bölümlerini sevdim. Merly Strep'ten mi, Julia Child'in kendi tarzı mı bilmiyorum, bayıldım bu kadına .Sesine, tavrına, enerjisine bayıldım! Keşke etrafımız Julia Child gibi kadınlarla dolsa, dünya neşeli bir yer olurdu. Filmi çok beğendim.İzlemediyseniz izleyin derim. Konusunu da aşağıya yazdım, izlemediyseniz okumayın :) Konusu: Eşi diplomat olan Julia  Child, eşinin işi nedeniyle bir süre Paris'te yaşar. İri yarı, neşeli bir kadındır. Ayakları büyük olduğundan Paris'in şık ayakkabı mağazaları yerine Paris pazarlarını dolaşır. Zaman geçirmek için önce şapka yapım kursuna yazılı

SİNEKLERİN TANRISI - WILLIAM GOLDING

Sineklerin Tanrısı son yıllarda çok satanlarda karşıma çıkan bir kitaptı. Yazın kız kardeşim "ben bu ara okuyamıyorum, sen oku" diye bir kucak kitap vermişti, bu da onlardan biri. Kitap listelerinde görmeden önce böyle bir kitaptan haberdar olmadığımı  itiraf edeyim. Kitabın ilk yayın tarihi 1954. İngiliz yazar William Golding'in bu eserini Mina Urgan çevirisinden okudum. Yabancı yayınlarda çeviri çok önemli, iyi bir çeviri  akıp gidiyor. Bu da öyleydi.  Kitap, uçak kazası sonucu  ıssız bir adaya düşen çocuklar hakkında. Hiç yetişkinin olmadığı adada çocukların kaza sonrası bir araya gelmesi, ilk buluşmalarında doğal bir eğilim, bir ihtiyaç gibi bir lider belirlemeleri, deniz kabuğu bulmaları ve bunu toplantılarında söz hakkı verilmesini temsil eden bir sembol olarak benimsemeleri, toplantıda kurallar koymaları... Yetişkinlerin dünyasında olan ciddi konuların ıssız adaya düşen çocuklar arasında görülmesi kitabın konusunu oluşturuyor. Yalnız güzel şeyler değil bunlar.  Ola

DR TAVERNER'İN SIRLARI - DION FORTUNE

Dr Taverner'in Sırları, 1926 yılında yayınlanan, spirütüel konularla ilgili bir öykü kitabı. Yazarı İngiliz Dion Fortune duru görü, duru işiti gibi doğaüstü güçlere sahipmiş ve bildiklerini yazıya dökerek paylaşmış.  Dion Fortune okültist eğitiminin bir bölümünü Dr Theodore Moriarty'den almış, kitaptaki Dr Taverner Moriarty', öğrencisi Dr Rhodes de Dion Fortunenun kendisiymiş, yazar kitabı da Dr Taverner'a ithaf etmiş zaten .  Kitaptaki öyküler kimselerin iyileştiremediği vakaları iyileştiren Dr Taverner'ın sıradışı  bakımevinde geçiyor. On iki öyküden oluşan bu kitapta Pan'ın ruhu ile iletişim kuranlar, gizli bir kitabın izini sürmek için kollektif bilinçaltı ile konuşup  bilgi edinenler, kurulup insanı manipüle eden taşlar gibi akıl almaz olaylar yer alıyor. Yazar bunların nasıl olduğunu değil de olduğunu anlatmış: " Bunu söylerken, bu olayların aynen yazıldıkları gibi meydana geldiklerini ima etmek istemiyorum, çünkü durum bu değil; fakat hepsi bazı gerç

#SEVGİLİ GÜNLÜK

Sevgili Günlük, 2021'de de zaman hızlı geçiyor. Bir bakıyorum pazartesi, bir bakıyorum cuma. Neler yaşadım, ne yaptım, niye her şey böyle hızlı bilemiyorum. Eskiden zamana bu kadar takılmazdım. Şimdi korkuyorum, bir bakacağım yaşlanmışım, annemi babamı kaybetmişim.. O arada da hiç yaşamamışım..Onun için zamanı tutmak istiyorum, ama Kenan Doğulu'nun dediği gibi tutamıyorum zamanı.Dünya da kendi ekseninde hızlı dönüyormuş zaten. 0,5 saniye daha çabuk tamamlıyormuş turunu. 0,5 saniye bu kadar fark yaratır mı bilemedim.  Zamanı yavaşlatmak için instagramı, twitterı sildim bir hafta. Sonra yalnız hissettim kendimi, aynı yöne baktığım insan görmek istedim, yükledim yine. Silip yükledikten sonra bir süre eskisi kadar aklıma bunlara bakmak gelmedi. Nihayetinde hayatımız alışkanlıklardan oluşuyor ve istersem ekran alışkanlığımdan kurtulabiliyormuşum.   Bu ara istediğim gibi okuyorum, izliyorum, yoga yapıyorum ama çok garip okuduklarım, izlediklerimle ilgili iki satır cümleyi arka arka

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 72

  Kayıp Fısıltı , Ağaç Ev Sohbetleri'nin 72. haftasında artık görmezden gelemeyeceğimiz bir konuda yazalım istemiş: İklim değişikliği :( "Hepimizin hissettiği gibi iklim hissedilir derece değişti. Peki sizce bu değişimin ülkemizde ya da sizi yaşadığınız alanda/şehirde yarattığı en büyük etki ne?Bu saatten sonra geri dönüş olur mu?"   Yirmi yıl önce, üniversitede derslerimizden biri çevre çalışmalarıydı. Orada dünyanın her yıl bilmem kaç derce ısındığı, buzulların eridiği, bunun dünya için sürdürülemez olduğu, ileride devletlerin su için savaşacağı konularını işliyorduk. O günlerin bu kadar çabuk geleceğini düşünmemiştim.Öngörülenlerin gerçekleşeceğini düşünmemiştim. Gördüm ki bilim yanılmıyor. O zaman çözümü, yine bilimde aramak gerekiyor. Yaşadığım şehir kışın sert geçtiği şehirlendendi. Çocukluğum burada geçmedi ama çocukluğumda belime kadar karın içinde yürüdüğümü bilirim. Buraya taşındığımız sene de kış sert geçti. Sonrasında yıldan yıla yumuşadı hava. Her mevsim, ara