Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #71

Ağaç Ev Sohbetleri'nin 71. haftasının konusu mutluluk.  Kaplan Diary sormuş: Görece bir kavram olan mutluluğun TDK sözlüğündeki karşılığı, " bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan saadet " olarak açıklanmakta. Peki sizin için mutluluk nedir? Mutluluk sürekli olarak elinizde tutabileceğiniz bir şey mi? Dün okuduğum bir kitaptaki egzersiz "mutlu olduğunuz bir anı düşünün " diyordu. Düşündüm, düşündüm, üç beş şey geldi aklıma. Sanırım mutluluk deyince büyük olayları algılıyorum. Modern insanın en büyük sorunuymuş bu. Sürekli mutluluk peşinde koşmaktan mutsuz oluyormuşuz. TDK da benim mutluluk konusundaki çarpık algımı doğrulamış. Mutlu olmak içi "bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli ulaşmamamız" gerekiyormuş.  Elbetteki mutsuz bir insan değilim. Mesela su içmeyi çok severim, büyük bir mutlulukla su içerim. Ama her su içtiğimde mutlu hissetmiyorum. Ya da kar yağdığında, yüzüme çarpan kar soğuğu mutlu eder beni. Ama her kar yağdığın

2020 MUHASEBESİ

Bu seneyi de devirdik. Yıl sonu muhasebesi yapmanın zamanı geldi. Geçen seneki yazımda  dileklerimden ve hedeflerimden söz etmiştim. Şöyle bir baktım da 2020'yi düşününce komik kalmış. 1-İlk hedefim uzakta olan ailemle daha çok vakit geçirmekmiş. Ne çok zaman geçirdik sormayın. Kovid yüzünden komşuya gidemedik ki aile ile görüşelim. İki kere görebilmişim ailemi. Toplam 14 gün :( 2- Daha az çöp çıkaracakmışım:)) Sadece maske çöpümü saysam ooo buradan köye yol olur. Plastik bardak vesaire saymıyorum. Elde olmayan nedenlerden bu da gerçekleşmedi.  3- Daha çok bitkisel beslenmeyi, daha az yemekle doymayı hedeflemişim . Daha çok bitki yedim ama daha az yemek yemedim. Bu da hüsran.  4 -Haftada 3 saat yoga yapacakmışım. Bunu da iki ay yaptım, üç ay yapmadım. İstikrarsızdım. Bu da hüsran.  5- Daha pratik, basit yemekler deneyecekmişim, aslında meze çalışmak istiyormuşum :))) Çok çorba yaptım, basit yemekler yaptım ama bundan mutlu olmadım. 6- Haftada bir blog yazısı yazacağım demişim.Bun

KELİME OYUNU 4

  Kırmızı Ruh ve Deep Tone'un başlattığı Kelime Oyunu'nun dördüncü hafta kelimeleri  Benim Düşüncelerim -Hanife Ertaş'tan gelmiş: Yeşil-şiir-baharat-yol-sabah. Kelimeleri çok sevdim :)) Bundan tam 15 yıl önce, eşimle evli değilken her akşam iş çıkışı Ankara Karanfil sokakta buluşurduk. Orada bir çocukla karşılaşırdık. Çok tatlı, romantik, tam bir şair ses tonuyla "Şiir sever misiniz? Kendi kitabım" diye insanlara kitabını tanıtmaya çalışırdı. Şiir denince benim aklıma hep o kişi gelir. Bu hafta o çocuktan esinlenip yazdım. Benim öyküm mutsuz bitti, umarım Karanfil Sokaktaki şair çocuk istediğini almıştır hayattan.  ŞAİR ÇOCUK Akşam yol da rastladı, Yeşil gözlü çocuğa. " Şiir sever misiniz?" Diyordu insanlara. Kimse dönüp bakmadı. Tek bir kitap almadı. Şair çöktü oraya. Başladı ağlamaya. Adam gitti yanına: "Şair Çocuk ağlama! Şiir karın doyurmaz , Öğrenmedin mı daha?" Adam bir kart uzattı, Baharat  Pazarlama. "Sabah gel hemen başla"

KORKU-STEFAN ZWEIG

Satranç'tan sonra Korku, Zweig 'dan okuduğum ikiinci kitap. Arkadaşımın hediyesi bu kitap da Satranç gibi çabucak bitti. Zweig bu kitapta "korku" duygusunu tartışıyor. Bunu da ana karakter Irene üzerinden yapıyor. Irene'nin kocası avukattır. İki tane çocuğu, evinde hizmetçi ve mürebbiyeleri ile birlikte rahat bir yaşam sürmektedir. Yalnız bu rutin hayat Irene'ye yetmez ve aşık olmasa da bir piyanistle kocasını aldatır. Piyanistin evinden çıktığı bir gün, bir kadın  piyanistin sevgilisi olduğunu söyleyerek yolunu keser. Irene çok korkar ve para vererek kadını savuşturur. Yalnız kadından kurtulamaz . Her seferinde daha fazla para isteyen Irene'nin evine kadar gelir. Artık günler Irene için kabus gibi geçmektedir.Her gün gerginlik içinde, hükmünü bekleyen bir mahkum gibidir.  Bu arada  kocası Irene'ye çocuklarını cezalandırdıkları bir olayda   ile şöyle bir örnek verir: ".........çünkü bu zor gelse de, cezalandırıldığı andan itibaren içi rahatlamışt

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #70

  Ağaç Ev sohbetleri'nin 70. hafta konusu Andromeda 'dan: Konu her ne olursa olsun, kişi veya nesnelere ikinci şans verilmeli mi? Soruyu kendime sorduğumda, konu ne olursa olsun ön şartı olunca aklıma  "hayır verilmemeli"  cevabı geliyor.  Konu önemsiz, hoş görülebilirse, rahatsızlık veren dost bir kişiyse tabii ki ikinci şans verilmeli, dostluklar kolay kurulmuyor çünkü. Eften püften şeylerle insan eleyecek olursak, ooo işimiz var. Kimsecikler kalmaz. Böyle şans vermemci tipler var. Kendileri kusursuz (!) olduklarından herkesi kırıp geçiriyorlar, sonra tek kişi kalmıyor yanlarında. Konu önemsiz, ama kişi dost değilse ikinci şans verilmese de olur. Kişinin hayattaki yeri önemli burada. İyi anlaşmadığım biri olsa da iş arkadaşımsa, önemsiz bir konuda kusuru olduysa ikinci şans verilmesinden yanayım. Çünkü uzun saatleri birlikte geçiriyoruz,asgari yüz yüze bakacak kadar diyalog olması gerekiyor. Bir de karakterimizi oluşturan kırmızı çizgilerimiz var. Bunlar önemli ko

DEDEM BİR KİRAZ AĞACI-ANGELA NANETTİ

  Korona olduğumu duyan , şimdi Ankara’da yaşayan lise arkadaşım “sana yemek gönderemiyorum, iki kitap gönderiyorum”  diyerek  göndermişti  Dedem   Bir Kiraz Ağacı’nı . Hep incedir, benim pek aklıma gelmiyor bu incelikler. İtalya’ nın ödüllü yazarı Angela Nanetti’nin 1998 de yazdığı bu kitabı Sema Tuksavul çevirmiş. Çeviri o kadar iyi ki kahramanların isimleri dışında yabancı bir kitap okuduğunuzu fark etmiyorsunuz. Dedem Bir Kiraz Ağacı aslında bir çocuk kitabı. Büyüklerin de okuyabileceği, sımsıcak duygular hissettiren bir kitap bu. Kitabın kahramanı Tonino’nun şehirde yaşayan dede ve babaannesinin yanında köyde yaşayan dede ve anneannesi vardır. Şehirdekileri sıkıcı bulan Tonino, köydeki dede ve ninesine düşkündür. Haksız da sayılmaz hani. Dedesi çok çılgındır. Annesi doğduğunda bir kiraz ağacı dikmiş ona Felice adını vermiştir. Otomobil almayı reddeden dede, köyde işlerini hallettiği kamyonetiyle şehre gelip gitmektedir. Anneanne ise tavukları ve kazları sever. Özellikle kazl

KIRMIZI PAZARTESİ-GABRIEL GARCIA MARQUEZ

Kırmızı Pazartesi , Gabriel Garcia Marquez 'den okuduğum ikinci kitap.  Daha önce Benim Hüzünlü Orospularım 'ı okumuş, pek beğenmemiştim. Şimdi düşününce kitapları değerlendirirken, kurgusuna, anlatım tarzına değil de konusuna bakıyorum sanki. Benim Hüzünlü Orospularım da da konuyu içime sindiremediğimden (yaşlı adamın kendinden küçük fahişelerle yatmasına gönlüm razı gelmediğinden) beğenmemiş olmalıyım. Neyse.. Kırmızı Pazartesi, Kolombiyalı   yazarın çocukluğunda gerçekten yaşanan bir namus cinayetini anlatıyor. Kitabı okurken Kolombiya'ya göçmüş çok sayıda Arap olduğunu, bunlara Türkler dendiğini öğrendim. Çok beğendiğim Kolombiyalı şarkıcı Shakira'nın babası da bu Araplardan olmalı.  Bunun dışında, Orta  doğu 'dan farklı yerlerde namus cinayeti olmasına şaşırdım. 1982 Nobel Edebiyat Ödülü kazanan kitap bir çırpıda bitiyor. Bu kitabı tanımlamam gerekse tuhaf derdim, çünkü cinayeti anlatmasına rağmen sanki bunu mizahi bir dille yapmıştı. Ya da bana öyle geldi. Kon

KELİME OYUNU # 3

  Kelime Oyunu'nun 3. hafta kelimelerini   Kendi Dünyasında  önermiş:  Za mbak-Hayal-Diyar-Özgürlük-Dilek SİLAH SESİ Yeşilevler ,  eskiden memurların tercih ettiği, altı-yedi katlı apartmanların bulunduğu nezih bir mahalleydi . Ama artık eski cazibesini kaybetmişti. Apartmanlar kırk yaşına gelmiş, eskimişti. Memur kesim terk etmiş, mahallenin sosyo kültürel yapısı değişmişti. Eskilerden üç-beş aile kalmıştı. Akan çatılar, boyası dökülen binalar vardı ancak binalarda yaşayanların onlarla uğraşacak ne parası, ne mecali, ne de buna yönelik hevesi vardı.  Olayların geçtiği gün bu mahallede hayat her zamanki gibiydi.  Son bir aydır aşk acısı çeken ve acısını Ahmet Kaya şarkılarını bangır bangır çalarak dindirmeye çalışan Diyarbakırlı Bakkal Diyar, son ses mahalleyi inletiyordu: ".....Acı çekmek özgürlük seeeee Özgürüz ikimiz deeee...," Alışverişe giden, işe giden insanlar, sokakta oynayan çocuklar..Sokak kedileri, köpekleri ve Ahmet Kaya... Mahallede her şey  olağandı. Sonra

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #69

  Ağaç Ev Sohbetleri'nin 69. hafta konusunu Makbule  Abalı önermiş: EVLİLİKLERDE BOŞANMA VE AYRILIKLAR Evlilik konusunda kafam biraz karışık. 15 yıldır tanıştığım eşimle 13 yıldır evliyim. Cumartesi günü üç saat mutfakta yemek yapıp ayaklarımı hissetmeyecek hale geldim, akşamında Samipaşazade eşim yemeklerin hiç birini beğenmediğini belirterek yemedi. Deli oldum. O gün mahkeme kurulsaydı onu boşardım.  "Dedemin Kiraz Ağacı" kitabını okuduğum bugünse anneanne ve dedenin evliğinde bizi gördüm, kalbim yumuşacık oldu. Eşimle ortak ideallerimiz, hayallerimiz var. İki iyi arkadaşız. Birlikte iyi vakit geçiriyoruz, sıkılmıyoruz. Böyle düşününce de iyi ki evlenmişim diyorum. 13 yıllık evliliğim böyle geçiyor işte: Bir çok şanslı hissediyorum kendimi, bir de kapana kısılmış fare gibi, kaçamıyorum sanki. Sanırım normal olan bu.Evlilik hiç kolay değil çünkü. Özellikle ilk yıl çok zorlandım. Her akşam ağlardım. İki yıllık bir ilişkimiz olmuştu ama evlilik "çıkmak" tan çok f

#SEVGİLİ GÜNLÜK

Son beş yıldır her gün birbirinin aynı gibi geliyor. Oysa öyle değil. Bir salgının ortasındayız ve maskelerle dolaşıyoruz. Bu alışıldık bir durum değil, oldukça farklı  hatta. Belki günlerin  aynı olması değil de günlerin hep kötüye gitmesi sorunum. Darbe girişiminden beri can ve mal güvenliğim yok gibi hissediyorum. Ekonomik anlamda ülkece kötü gidiyoruz, önümüz karanlık gibi. Sonra şu hayatı felç eden lanet hastalık..Hepsi beni karamsarlığa sürüklüyor. Sanki tüm bu karanlığı simgeler gibi sabah güneşsiz uyanıyoruz. Sabah işe git karanlık, akşam karanlık... Kayahan'ın dediği gibi "hep karanlık, hep karanlık, yeter artık, yeter!" Normalde kahvaltı etmeden evden çıkmam ama sabah 7:40 gibi uyanabiliyor bedenim. Hava tam aydınlanırken.Bu nedenle geçen hafta  doğru dürüst beslenemedim. Evde yemek vardı ama kalkamadığımdan öğlen sefer taslarına koyup götüremedim. Sürekli dürüm yemekten, içim kurudu kaldı. Bu saatlerin geri alınmaması işi beni  tuş ediyor. İş yerinde Temizlikçi

KELİME OYUNU 2

    Kırmızı Ruh ve Deeptone öncülüğünde kelime oyunu etkinliği başlamış. İkinci haftadan yakaladım ve çok keyif aldım. Beş kelime ile öykü, makale, şiir; canımız ne isterse yazıyoruz.  Ba haftanın kelimeleri Kırmızı Ruh'tan gelmiş :  Kırmızı - İrlanda -Tutku - Kitap - Viski Benim öyküm biraz klişe oldu ama bu hafta klişeler döküldü içimden .. FULAR Korkunç bir baş ağrısıyla uyanıp gözünü açtığında yabancı bir tavana baktığını fark edip irkilmişti.. Baş ucundaki komidinin üzerinde yarım kalmış viski bardağı,  etrafa dağılmış kıyafetleri, yastığa akmış makyajı.. Başındaki zonklamayla aklı başına gelmişti.  Lisede aşık olduğu edebiyat öğretmeni… Okul bittikten sonra da onu aklından çıkaramamıştı. Onun etkisiyle üniversitede edebiyat okumuş, sonra öğretmen olmuştu. Hayatına girip çıkanlar olmuştu, nişanlanmıştı hatta.. Ama onun gözleri gibi değildi;  kimsenin gözleri onunki gibi bakmıyordu  işte..  Uzaktan uzağa takip ettiği adam,  öğretmenliği bırakıp ünlü bir yazar olmuştu. Kitap l

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 68

  Geçen haftanın konusunu Makbule Abalı önermişti,  çok güzeldi, katılamadım. Bu haftanın konusunu ise Andromeda önermiş:  Blogger'la nasıl tanıştınız? Bloglarla tam ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Hatırladığım internet çağında aklıma takılan konularda arama yaptığım ve bloggerların samimi, içten yazılarından; iç seslerini özgün bir biçimde yazıya dökmelerinden çok hoşlandığımdı. Blogcuanne , Devletşah ,Supercelma, Evde Yazar , Bal Köpüğü , Buzlu Kalem , Dünya Benim Evim ve hatırlayamadığım bir sürü blog.. Ne çok gezindim sayfalarında.  Sonra benim neden blogum olmasın dedim ve Tosbağa Günlüğü blogunu açtım. İki yazı yazdım ve sildim, çünkü hiç kolay değilmiş meğer disipline olmak. Sonrasında sildiğime pişman olup Tosbağa Günlüğüm blogunu açtım, ilk iki yıl pek yazı yazmadım. Son bir yıldır daha aktif yazıyorum. Haftada üç yazı yazma hedefim ver. Arada teklesem de iyi gidiyorum sanırım.   Birilerinin bir şeyler araştırırken benim yazılarımdan faydalanabileceği fikrini çok s

#SEVGİLİ GÜNLÜK

  Tuhaf bir haftaydı günlük. Çorba yaptım kesildi, yemek yaptım yandı. İş yerinde en yavaş bendim, bir türlü bitiremedim işleri. Acaba blogumun adı "tosbağa günlüğü", çekim yasası, çektim de ondan mı yavaşladım filan diye düşündüm. Sonra isimleri, yapılacakları unuttum.  Zaten uzun süreli bellek kalmadı da kısa süreli hafızam da kullanılamayacak durumdaydı. Satürnle Merkür ne çevirdiyse artık.Yıldızım düşüktü herhalde. Okumak yazmak gelmedi içimden. Feriha Hanım'ı bile kaçırdım. Çok ağrım oldu. Uyku saatimi 00:30 dan, 23:30 a çektim. Biraz daha iyi hissettim kendimi ve fakat zaman kuş kadar kaldı.  Cumaları ağrıdan duramıyorum. Tüm haftanın yorgunluğundan olmalı. Geçen cuma sırtımdan uyuyamadım, öyle feciydi. Koronayken bu kadar ağrım olmamıştı. Geçen hafta cumartesi doktora  gittim, ciğerlerime, kanıma baktırdım, çok iyi çıktı değerlerim. Omurgamın eğri göründüğünü, fizik tedaviye gitmemi önerdi doktor. Bu cuma bacaklarımdan duramadım, öksürük tuttu. Kovid etkisi 2 ay ka

EMILY IN PARİS (NETFLIX DİZİ)

  Paris 'e gittiğimde Fransızlarla çok diyaloğa girmemiş olsam da kibirlerini fark etmiştim. Zaten Fransızca bilmiyorsunuz diyalog kurmaya hevesli olmuyorlar. Bu dizi de Fransızların üstten bakışlarına, Fransız yaşam tarzına ve nefis Paris sokaklarına dair. Karantinada moral olsun diye izlediğim diziye komedi diyebilirim sanırım.  Amerikan bir şirketin Fransız bir şirketle iş birliği yapması sonucu  işe Amerikan bakış açısı katmak üzere Emily Paris'e gönderilir. Ama Emily'in Fransızlara göre büyük bir kusuru vardır;  Fransızca bilmemektedir. Klasik bir şıklık sergileyen Fransızlara göre renkli giyinmektedir. Entelektüel Fransızların yanında bir insatagram fenomeni, influencer olma yolundadır. En başta bütün bu nedenler yüzünden dışlanan Emily, biraz zoraki de olsa kendini kabul ettirir. Katı Fransız bakış açısına, esnek Amerikan   tarzını ite kaka da olsa sokuşturur. Bütün bunlar yaşanırken zaman zaman eline yüzüne de bulaştırsa, pazarlama konusunda çok iyi olduğundan işler

DASH & LILY -MUTLU YILLAR (NETFLIX DİZİ)

  Netflix'in tek sezon ve sekiz bölümden oluşan bu dizisi, kitaptan uyarlanma bir romantik komedi. Noel ışıltısını, romantik komedileri sevenlerin  ve küçük mutluluklarla modunu yükseltmek isteyenlerin izlemesi gerek. Zaten en uzun bölümü 27 dakika, zaman ayırması kolay. Esas kızımız Lily, Noel ruhunu seven, her Noel'i ailesi ile kutlayan, giysilerini kendi diken, farklı bir giyim tarzı olan tuhaf bir kız. Bu Noel'de anne babası ve dedesi farklı şehirlere gittiklerinden kendini kötü hissedince abisi bir oyun önerir. Kırmızı bir deftere ipuçları yazar ve bir kitapçıda kitapların arasına koyar bu defteri. Defterin üzerinde "Cesaretin Var Mı? " yazmaktadır. Defteri bulan esas oğlanımız Dash ise etrafına duvarlar ören, yalnızlığı seven ve Noel'den nefret eden bir tiptir. Defter ilgisini çeker ve Lily'e meydan okur, ona ipuçları ve görevler verir. Böylece defter aracılığıyla cesaret oyunu oynamaya başlarlar. Birbirlerini tanımamalarına rağmen birbirlerine aşık

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #66

  Adadenizi bu hafta zor bir soru sormuş : Ev, arsa, koltuk, dolap vs. malın-mülkün sahibi miyiz? yoksa kölesi mi? İnsanlık tarihi boyunca tartışılmış bir konu bu. İlk aklıma gelen fıçı filozofu Diyojen. Bir fıçı içinde yaşamış, var mı bir dileğin diye soran Büyük İskender'e "gölge etme, başka ihsan istemem" diye cevap vermiş. Bazen Diyojen gibiler de yaşadılar göçüp gittiler, diğerleri de öldüler, bu kadar stres niye diye düşünürüm. Bir lokma, bir hırka; hafifçe yaşamayı isterdim ama güvende hissetmezdim kendimi. Bir kere para kazanmamız lazım. Bunun için işe gitmek lazım. İşe gitmeden, para kazanmadan yaşamanın yolunu bulamadım. Kazandığımız para ile telefon, bilgisayar, ayakkabı alıyoruz. Bunlara iyi bakmazsak eskirler, bozulurlar, yenisini almak zorunda kalırız. Yenisini almak için de para kazanmak bunun için de zamanımızı(hayatımızı) vermemiz lazım. Eğer telefonsuz yaşayabilirsek ne ala ama yaşayamıyorsak telefonumuza iyi bakıp tekrar bunu hayatımızla ödemememiz laz

KORONALI HAYAT

Siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım... Yok ya nereye gideyim,  işlerin üstüme çığ olup geleceği mükemmel(!) işimde olacağım. Yüzyılda bir yaşanan salgındaki virüsü tecrübe etmiş biri olarak yaşadıklarımı yazmak istedim.  Maske takmayan, salgını önemsemeyen Memnun Kaygısızlardan değildik biz. Eşimin saçını ben kesiyordum mesela. Yalnız çok yorulmuştum iş yerinde. Birikmiş işler vardı ve toparlayamıyordum, sürekli iş yağıyordu, tükenmişlik sendromu yaşıyordum ve dikkatim kendimi korumaktan uzaklaşmıştı. Bir de adet öncesi hafta hasta olurum ben, bağışıklığım düşüyor, aynı lohusalarda olduğu gibi, o zamana denk geldi. Virüs taşıyan o damlacığı ne zaman içime aldığımı, o anda hangi hatayı yaptığımı bilmek isterdim. Su içmek için maskemi mi indirmiştim mesela? Bilmek isterdim. Hasta olmak kötü ama başkasının hastalığına neden olmak da berbat bir şey.. Onun için dikkat etmek gerek.  Ailemizi düşünmek zorundayız. Hastaneye kaldırılmayan, entübe edilmeyen şanslı kişilerden biri

THE QUEEN'S GAMBIT (NETFLIX DİZİ)

Korona ile mücadele ederken izlemek, okumaktan kolay geliyor. Bu diziyi twitterda Mahfi Eğilmez önerince izleyeyim dedim, çok da beğendim. Hikayenin gerçek olmasını isterdim, ama kurgu olan  hikaye 1983 yılında yazılan bir kitaba dayanıyor. Sorunlu bir annesi olan Beth Harmon annesinin intihar ettiği araba kazasından sağ çıkıp muhafazakar bir eğitim veren bir yetimhaneye yerleştirilir. Silgileri temizlemek için alt kata gönderilen Beth burada ilk defa satrançla ve satranç oynayan hademe Shaibel ile karşılaşır, fark ettirmeden onu gözlemler. Daha sonra aynı iş için defalarca bodruma inen ve Shaibel'i izleyen Harmon,   oyunu tam olarak olmasa da kafasında oturtmuştur ve Shaibel'e oynamak istediğini söyler. Shaibel önce kabul etmez ama şans verdiğinde Beth Harmon'un dehasını fark edecek ve ona satrancı öğretecek, satrançla ilgili kitaplar verecektir.Artık Beth yetimhanede verilen sakinleştirici hapların da etkisiyle kafasında satranç oynamakta ve oldukça iyiye gitmektedir.  So

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #65

  Ağaç Ev Sohbetleri'nin 65. hafta konusunu eski/yeni blogger Kırmızı Ruh  belirlemiş bu hafta:                                   İnternet Arkadaşlık & Dostlukları H ayat boyu bir sürü insan girip çıkıyor hayatımıza. Benim de yollarımın da kesiştiği pek çok kişi oldu. Bir sürü renkli, iyi dostum oldu. Hepsinin kalbimde yeri ayrıdır. Yalnız hayat koşuşturmacası bir yandan, diğer yandan kendime kalan az zamanda yalnız kalma ihtiyacım yüzünden insanların istediği kadar arayıp soramıyorum. Kırılıyorlar, vefasız diyorlar. Sonra kopuluyor tabii. Erkekler bu konuda biraz daha iyiler. Onların tarzını seviyorum, birbirlerine sitem etmiyorlar, yıllarca görüşmeyip ihtiyaç anında sorgusuz sualsiz birbirlerini arayıp kaldıkları yerden devam ediyorlar. Ben de böyle olsun istiyorum ama kadınlar daha hassas sanırım bu konuda. İnternet dostlukları farklı ama. Gerçek hayatta okul, iş gibi zorunluluklar bizi bir araya getirse de sanal alemde kendi gönlümüze göre çevre oluşturabiliyoruz. Blogger

THE HAUNTING-BLY MALİKANESİ (NETFLIX DİZİ)

Netflix'in uzun süredir önerilerde gösterdiği diziydi. Geçen hafta sonu grip olduğumu sanırken, uyumadığım zamanlarda izlemeye başlayıp bitirdim. Yalnız hastalıkta izlenmemesi gereken, bağışıklığı düşüren bir dizi bu. The Haunting-Bly Malikanesi gizem, korku temalı; Amerikan yapımı bir dizİ.Dokuz bölümden oluşuyor, her bölüm yaklaşık bir saat sürüyor. Aslında konu tanıdık. Eski, devasa bir malikane..Anasını babasını kaybetmiş, büyük olanı erkek (Miles), küçük olanı kız (Flora)iki çocuğun amcaları şehirde avukatlık yapmakta ve öksüz kalmış yeğenlerine yatılı bir mürebbiye bakmaktadır. İngiltere'deki Bly Malikanesine Amerikalı Dani adlı neşeli bir mürebbiye bulur. Evde mürebbiye dışında bir aşçı, bir bahçivan ve bir kahya vardır. Ürkütücü evdeki çocukların tuhaf davranışları vardır. Flora hayalete benzeyen garip bebekler yapmakadır. Miles ise zaman zaman  içine başka biri kaçmış gibi yetişkin davranışları sergilemektedir.Bir önceki mürebbiye ve erkek arkadaşı da bu evde ölmüştür.

KORONAYA YAKALANMAM HAKKINDA

Geçen cuma başladı her şey. Grip gibiydi. Boğazda yanma, burun akıntısı, halsizlik. Soğuk algınlığı sandım. Eve geldim, eşimle şakalaştım," kendimi karantinaya alayım istersen" dedim, "gerek yok" dedi.Soğuk aldım sanıyorum ya cumartesi uyudum, onun dışında yemek yaptım, yormadım kendimi. Pazar yine aynı. Pazar akşamı iş yerinden arkadaşım aradı, diğer şubelerde arkadaşların peş peşe pozitif çıktıklarını söyledi.Bunun üzerine  pazartesi test yaptırmaya karar verdim.  Pazartesi sabahı müdürü arayıp test yaptıracağımı, işe gelemeyeceğimi bildirdim. Karşılığında temaslı mısın, niye test yaptırıyorsun gibi iğneleyici laflar duydum.Devlet hastanesinde sıra vardır, kalabalığa girmeyeyim diye eve yakın özel hastaneye gittim. 250 TL de para bayıldım. Testi yaptırdıktan sonra ne zaman çıkacağını sordum, 24-48 saat sonra cevabını alınca "eyvah" dedim, "iş yerinden yine sorun çıkacak." O hastaneye gittiğime öyle pişman oldum ki. Ama hasta olup olmadığımı düş

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #64

  Bu haftanın konusu yine Andromeda 'dan :) İnternette vaktinizi nasıl geçiyorsunuz?  Bilgisayarlarla ilk tanışmam ortaokul yıllarımda oldu. Okulumuzda bir bilgisayar sınıfı vardı. Anahtarı İngilizce öğretmeninde durur, derslere de o girerdi. Sınıfa ayakkabı ile girmek yasaktı, bilgisayar derslerinin olduğu günler evden terlik getirir, derse terlikle girerdik. Artık bilgisayarlar ayakkabı görünce çalışmıyor muydu, yoksa olaya törensellik mi katılmak isteniyordu bilmem. Derslerde konu MS DOS tu ama Türk eğitim sistemi işte öğrenemedik. İnternetle tanışmamsa üniversite. Yahoo, Altavista.. Arama motoruna arayacağım kelimeyi yazıp "enter"a basınca sonuçların listeenmesi, kendimi dahi (!) gibi hissetmem..Eşin dostun bana bilgisayardan anlıyor muamelesi yapması filan, komik zamanlar buradan bakınca. Şimdiyse elim kolum internet. Ekran başında çok zaman geçiriyorum bazen. Gereksiz.Aklıma her geleni  google'a soruyorum, "canım sıkılıyor" filan yazdığım da oluyor. H

KARDEC (NETFLIX FİLM)

  Lady Wednesday'in yazısıyla haberdar olduğum bir film Kardec. Bir saat elli dakika süren filmin konusu Fransa'da geçiyor. Film Brezilya yapımı olduğundan dili Portekizce. Film gerçek olaylardan esinlenmiş. Pozitivizme inanan profesör Rivail; o dönem popüler olan ruh çağırma seanslarını saçma bulmaktadır. Fakat bir tanesine katıldıktan ve ruhlar, o ve eşinin arasında geçen bir diyalogu aynen aktardıktan sonra inanmaya başlar. Ruhlar medyumlar aracılığıyla mesajlarını iletmektedir, Rivail bunları derleyip toplar, materyalizme karşı spirütüalizm akımını kurar. Buna göre evrensel bir ruh vardır, bu sevgiyi içerir. Ruh ölmez, reankarne olur. Rivail seansların birinde geçmişte  yaşayan druidlerden Allan Kardec olduğunu öğrenir ve bundan sonra bu ismi kullanır.  Ruhlardan gelen mesajları "Hakikatin Ruhu" adıyla kitaplaştırır. Her şey güllük gülüstanlık gitmez tabi. Reenkarnasyon gibi kilisenin karşı olduğu fikirleri yaydığı için kitapları yasaklanır, yakılır. Fakat yasakla

YIKILMIŞ KADIN-SIMONE DE BEAUVOIR

Paris gezimizde rehber, dünya kadınlarının  Simone De Beauvoir'e borçlu olduklarını, mutlaka okunması gerektiğini söyleyince okunacaklar listeme almıştım. Bu sene satın aldığım üç kitaptan ikincisi buydu.  Bir yazarı iyi yapan nedir? Bence kahramanların düşüncelerini, duygularını okura geçirebilmesidir. Okuduktan sonra boğazımda tortu, kalbimde pas kaldığına göre sanırım kitap iyi yazılmıştı.  Üç öyküden oluşan bu kitaptaki öykülerin ana kahramanları kadınlar. İlk öyküde, bir yazar olan kadının yaşlanması, iş tatminini kaybetmesi, kocasının ilgisinin azalması ve en çok da doğurup büyüttüğü çocuğunun muhalif bir birey olmasını beklerken, devlet memuru gibi sisteme itaati gerektiren bir meslek seçmesi ve  annesinin yolundan çıkması ile yaşadığı hayal kırıklığı sonrası hayat sorgulamasından oluşuyor.  Sonunda şöyle diyor kahramanımız    " ....takma dişler, siyatikler,zihinsel verimsizlikler ve yalnızlık olacaktı. Gelecekte gözlerimi bunlara dikmemeyi başarabilecek miyim? Yoksa on

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #63

  Ağaç Ev Sohbetleri'ni Andromeda organize etmeye devam ediyor. Bu haftaki konumuz deprem. Biz depremler konusunda ne kadar bilgiliyiz ve ne derecede hazırlıklıyız? Ülkemiz fay hatları üzerine kurulmuş, bugüne kadar depremler olmuş, bundan sonra da depremler olacak. Dünyada bilemediğimiz, öngöremediğimiz çok şey var, ama depremin olacağını öngörebiliyoruz, o halde ona göre davranmamız gerek. Depreme bireysel olarak hazır olmaktansa, çoğunluk gibi toplumsal olarak hazır olmak gerektiğini düşünüyorum. Artık ezberlediğimiz "deprem değil, bina öldürür" lafından haraketle bundan sonra yapılacak binaların doğru zeminde, doğru tekniklerle yapılması gerekiyor, önceden yapılanlarınsa kontrol edilmesi ve eksik olanların yıkılması gerekiyor. Yapılması gereken bu kadar açıkken neden yapılamıyor? Öncelikle herkes kolaylıkla "müteahhit" olabiliyor. Belli bir mezuniyet şartı aranmadan 18 yaşını dolduran herkes "müteahhit" olabiliyor. Müteahhit olan kişi yaptığı bina

30 EKİM 2020 İZMİR DEPREMİ

Depremin olduğu saatlerde saçma sapan bir hedefi tutturmaya çalışıyordum. Eşim aradı, telefonu açmadım. İşim vardı. Sonra tekrar aradı. "Deprem, İzmir, 6,8" dedi. "Sizinkilerle görüştüm, iyiler" dedi. 6,8 den sonra elim ayağım tutmadı. Annem, kız kardeşim Salihli'de yaşıyor, Marttan beri sallanıp duruyorlardı zaten. Hemen aradım, iyilerdi çok şükür. Depremin olduğu saatlerde annem evde, babam markette, kardeşim ve eşi iş yerlerinde, yeğenim okuldaydı. Başlarına bir şey gelseydi, nereye koşacaktık bilmem. İzmir'dekileri düşününce çok canım yanıyor.Bir taraftan boyutuna göre az binayı etkilediği için şükrediyorum. 6,8 i duyunca Kocaeli gibi oldu sandım. Neyse ki denizde olmuş deprem.  Akşam haberlerde depremi önceden tahmin eden Ahmet Ercan'ı dinledim. İki ay içinde bu depremin devamı niteliğinde Germencik, Pamucak, Aydın, Turgutlu'yu etkileyecek 7 şiddetinde bir depremin daha olacağını söyledi. Salihli'yi saymadı diye avuttum kendimi. Turgutlu'

EVDE EL KREMİ YAPIMI

  Havalar soğumaya başladı. Ellerim "krem, krem,krem" diye çığlıklar atıyor. Uzun zamandır evde yemek dışında bir şeyler denemediğimi fark ettim ve el kremi yapmak istedim.Tarif içok sevdiğim atıksız ev  sitesinden öğrendim.Üç malzemeli bir krem bu: -1 yemek kaşığı bal mumu -4 yemek kaşığı zeytinyağı -20 damla kokulu yağ(ben yasemin yağı kullandım) Minimlizmle ilgileniyorsanız sıfır atıkla, sıfır atıkla ilgileniyorsanız da strech filme alternatif balmumu kumaşla tanışmanız kaçınılmaz. Ben de bal mumu kumaş yapmak için bal mumu almıştım, ama bal mumu kumaş deneyimim hüsran oldu, ucube gibi şeyler çıktı ortaya .Bal mumum elimde kalmıştı, kullanmış oldum. Tarifte zorlayıcı malzeme bal mumu  olabilir.  Kaynayan su olu bir kabın içinde cam kasede bal mumu ve zeytinyağını benmari usulü, bal mumu eriyene kadar karıştırıyoruz. Burada bal mumunu rendelersek daha hızlı sonuç alırız.(Ben bütün koydum, erimesi uzun sürdü.) Bal mumu eriyince 20 damla kokulu yağı ekliyoruz, karıştırıp , kr