Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

EMILY IN PARİS (NETFLIX DİZİ)

  Paris 'e gittiğimde Fransızlarla çok diyaloğa girmemiş olsam da kibirlerini fark etmiştim. Zaten Fransızca bilmiyorsunuz diyalog kurmaya hevesli olmuyorlar. Bu dizi de Fransızların üstten bakışlarına, Fransız yaşam tarzına ve nefis Paris sokaklarına dair. Karantinada moral olsun diye izlediğim diziye komedi diyebilirim sanırım.  Amerikan bir şirketin Fransız bir şirketle iş birliği yapması sonucu  işe Amerikan bakış açısı katmak üzere Emily Paris'e gönderilir. Ama Emily'in Fransızlara göre büyük bir kusuru vardır;  Fransızca bilmemektedir. Klasik bir şıklık sergileyen Fransızlara göre renkli giyinmektedir. Entelektüel Fransızların yanında bir insatagram fenomeni, influencer olma yolundadır. En başta bütün bu nedenler yüzünden dışlanan Emily, biraz zoraki de olsa kendini kabul ettirir. Katı Fransız bakış açısına, esnek Amerikan   tarzını ite kaka da olsa sokuşturur. Bütün bunlar yaşanırken zaman zaman eline yüzüne de bulaştırsa, pazarlama konusunda çok iyi olduğundan işler

DASH & LILY -MUTLU YILLAR (NETFLIX DİZİ)

  Netflix'in tek sezon ve sekiz bölümden oluşan bu dizisi, kitaptan uyarlanma bir romantik komedi. Noel ışıltısını, romantik komedileri sevenlerin  ve küçük mutluluklarla modunu yükseltmek isteyenlerin izlemesi gerek. Zaten en uzun bölümü 27 dakika, zaman ayırması kolay. Esas kızımız Lily, Noel ruhunu seven, her Noel'i ailesi ile kutlayan, giysilerini kendi diken, farklı bir giyim tarzı olan tuhaf bir kız. Bu Noel'de anne babası ve dedesi farklı şehirlere gittiklerinden kendini kötü hissedince abisi bir oyun önerir. Kırmızı bir deftere ipuçları yazar ve bir kitapçıda kitapların arasına koyar bu defteri. Defterin üzerinde "Cesaretin Var Mı? " yazmaktadır. Defteri bulan esas oğlanımız Dash ise etrafına duvarlar ören, yalnızlığı seven ve Noel'den nefret eden bir tiptir. Defter ilgisini çeker ve Lily'e meydan okur, ona ipuçları ve görevler verir. Böylece defter aracılığıyla cesaret oyunu oynamaya başlarlar. Birbirlerini tanımamalarına rağmen birbirlerine aşık

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #66

  Adadenizi bu hafta zor bir soru sormuş : Ev, arsa, koltuk, dolap vs. malın-mülkün sahibi miyiz? yoksa kölesi mi? İnsanlık tarihi boyunca tartışılmış bir konu bu. İlk aklıma gelen fıçı filozofu Diyojen. Bir fıçı içinde yaşamış, var mı bir dileğin diye soran Büyük İskender'e "gölge etme, başka ihsan istemem" diye cevap vermiş. Bazen Diyojen gibiler de yaşadılar göçüp gittiler, diğerleri de öldüler, bu kadar stres niye diye düşünürüm. Bir lokma, bir hırka; hafifçe yaşamayı isterdim ama güvende hissetmezdim kendimi. Bir kere para kazanmamız lazım. Bunun için işe gitmek lazım. İşe gitmeden, para kazanmadan yaşamanın yolunu bulamadım. Kazandığımız para ile telefon, bilgisayar, ayakkabı alıyoruz. Bunlara iyi bakmazsak eskirler, bozulurlar, yenisini almak zorunda kalırız. Yenisini almak için de para kazanmak bunun için de zamanımızı(hayatımızı) vermemiz lazım. Eğer telefonsuz yaşayabilirsek ne ala ama yaşayamıyorsak telefonumuza iyi bakıp tekrar bunu hayatımızla ödemememiz laz

KORONALI HAYAT

Siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım... Yok ya nereye gideyim,  işlerin üstüme çığ olup geleceği mükemmel(!) işimde olacağım. Yüzyılda bir yaşanan salgındaki virüsü tecrübe etmiş biri olarak yaşadıklarımı yazmak istedim.  Maske takmayan, salgını önemsemeyen Memnun Kaygısızlardan değildik biz. Eşimin saçını ben kesiyordum mesela. Yalnız çok yorulmuştum iş yerinde. Birikmiş işler vardı ve toparlayamıyordum, sürekli iş yağıyordu, tükenmişlik sendromu yaşıyordum ve dikkatim kendimi korumaktan uzaklaşmıştı. Bir de adet öncesi hafta hasta olurum ben, bağışıklığım düşüyor, aynı lohusalarda olduğu gibi, o zamana denk geldi. Virüs taşıyan o damlacığı ne zaman içime aldığımı, o anda hangi hatayı yaptığımı bilmek isterdim. Su içmek için maskemi mi indirmiştim mesela? Bilmek isterdim. Hasta olmak kötü ama başkasının hastalığına neden olmak da berbat bir şey.. Onun için dikkat etmek gerek.  Ailemizi düşünmek zorundayız. Hastaneye kaldırılmayan, entübe edilmeyen şanslı kişilerden biri

THE QUEEN'S GAMBIT (NETFLIX DİZİ)

Korona ile mücadele ederken izlemek, okumaktan kolay geliyor. Bu diziyi twitterda Mahfi Eğilmez önerince izleyeyim dedim, çok da beğendim. Hikayenin gerçek olmasını isterdim, ama kurgu olan  hikaye 1983 yılında yazılan bir kitaba dayanıyor. Sorunlu bir annesi olan Beth Harmon annesinin intihar ettiği araba kazasından sağ çıkıp muhafazakar bir eğitim veren bir yetimhaneye yerleştirilir. Silgileri temizlemek için alt kata gönderilen Beth burada ilk defa satrançla ve satranç oynayan hademe Shaibel ile karşılaşır, fark ettirmeden onu gözlemler. Daha sonra aynı iş için defalarca bodruma inen ve Shaibel'i izleyen Harmon,   oyunu tam olarak olmasa da kafasında oturtmuştur ve Shaibel'e oynamak istediğini söyler. Shaibel önce kabul etmez ama şans verdiğinde Beth Harmon'un dehasını fark edecek ve ona satrancı öğretecek, satrançla ilgili kitaplar verecektir.Artık Beth yetimhanede verilen sakinleştirici hapların da etkisiyle kafasında satranç oynamakta ve oldukça iyiye gitmektedir.  So

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #65

  Ağaç Ev Sohbetleri'nin 65. hafta konusunu eski/yeni blogger Kırmızı Ruh  belirlemiş bu hafta:                                   İnternet Arkadaşlık & Dostlukları H ayat boyu bir sürü insan girip çıkıyor hayatımıza. Benim de yollarımın da kesiştiği pek çok kişi oldu. Bir sürü renkli, iyi dostum oldu. Hepsinin kalbimde yeri ayrıdır. Yalnız hayat koşuşturmacası bir yandan, diğer yandan kendime kalan az zamanda yalnız kalma ihtiyacım yüzünden insanların istediği kadar arayıp soramıyorum. Kırılıyorlar, vefasız diyorlar. Sonra kopuluyor tabii. Erkekler bu konuda biraz daha iyiler. Onların tarzını seviyorum, birbirlerine sitem etmiyorlar, yıllarca görüşmeyip ihtiyaç anında sorgusuz sualsiz birbirlerini arayıp kaldıkları yerden devam ediyorlar. Ben de böyle olsun istiyorum ama kadınlar daha hassas sanırım bu konuda. İnternet dostlukları farklı ama. Gerçek hayatta okul, iş gibi zorunluluklar bizi bir araya getirse de sanal alemde kendi gönlümüze göre çevre oluşturabiliyoruz. Blogger

THE HAUNTING-BLY MALİKANESİ (NETFLIX DİZİ)

Netflix'in uzun süredir önerilerde gösterdiği diziydi. Geçen hafta sonu grip olduğumu sanırken, uyumadığım zamanlarda izlemeye başlayıp bitirdim. Yalnız hastalıkta izlenmemesi gereken, bağışıklığı düşüren bir dizi bu. The Haunting-Bly Malikanesi gizem, korku temalı; Amerikan yapımı bir dizİ.Dokuz bölümden oluşuyor, her bölüm yaklaşık bir saat sürüyor. Aslında konu tanıdık. Eski, devasa bir malikane..Anasını babasını kaybetmiş, büyük olanı erkek (Miles), küçük olanı kız (Flora)iki çocuğun amcaları şehirde avukatlık yapmakta ve öksüz kalmış yeğenlerine yatılı bir mürebbiye bakmaktadır. İngiltere'deki Bly Malikanesine Amerikalı Dani adlı neşeli bir mürebbiye bulur. Evde mürebbiye dışında bir aşçı, bir bahçivan ve bir kahya vardır. Ürkütücü evdeki çocukların tuhaf davranışları vardır. Flora hayalete benzeyen garip bebekler yapmakadır. Miles ise zaman zaman  içine başka biri kaçmış gibi yetişkin davranışları sergilemektedir.Bir önceki mürebbiye ve erkek arkadaşı da bu evde ölmüştür.

KORONAYA YAKALANMAM HAKKINDA

Geçen cuma başladı her şey. Grip gibiydi. Boğazda yanma, burun akıntısı, halsizlik. Soğuk algınlığı sandım. Eve geldim, eşimle şakalaştım," kendimi karantinaya alayım istersen" dedim, "gerek yok" dedi.Soğuk aldım sanıyorum ya cumartesi uyudum, onun dışında yemek yaptım, yormadım kendimi. Pazar yine aynı. Pazar akşamı iş yerinden arkadaşım aradı, diğer şubelerde arkadaşların peş peşe pozitif çıktıklarını söyledi.Bunun üzerine  pazartesi test yaptırmaya karar verdim.  Pazartesi sabahı müdürü arayıp test yaptıracağımı, işe gelemeyeceğimi bildirdim. Karşılığında temaslı mısın, niye test yaptırıyorsun gibi iğneleyici laflar duydum.Devlet hastanesinde sıra vardır, kalabalığa girmeyeyim diye eve yakın özel hastaneye gittim. 250 TL de para bayıldım. Testi yaptırdıktan sonra ne zaman çıkacağını sordum, 24-48 saat sonra cevabını alınca "eyvah" dedim, "iş yerinden yine sorun çıkacak." O hastaneye gittiğime öyle pişman oldum ki. Ama hasta olup olmadığımı düş

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #64

  Bu haftanın konusu yine Andromeda 'dan :) İnternette vaktinizi nasıl geçiyorsunuz?  Bilgisayarlarla ilk tanışmam ortaokul yıllarımda oldu. Okulumuzda bir bilgisayar sınıfı vardı. Anahtarı İngilizce öğretmeninde durur, derslere de o girerdi. Sınıfa ayakkabı ile girmek yasaktı, bilgisayar derslerinin olduğu günler evden terlik getirir, derse terlikle girerdik. Artık bilgisayarlar ayakkabı görünce çalışmıyor muydu, yoksa olaya törensellik mi katılmak isteniyordu bilmem. Derslerde konu MS DOS tu ama Türk eğitim sistemi işte öğrenemedik. İnternetle tanışmamsa üniversite. Yahoo, Altavista.. Arama motoruna arayacağım kelimeyi yazıp "enter"a basınca sonuçların listeenmesi, kendimi dahi (!) gibi hissetmem..Eşin dostun bana bilgisayardan anlıyor muamelesi yapması filan, komik zamanlar buradan bakınca. Şimdiyse elim kolum internet. Ekran başında çok zaman geçiriyorum bazen. Gereksiz.Aklıma her geleni  google'a soruyorum, "canım sıkılıyor" filan yazdığım da oluyor. H

KARDEC (NETFLIX FİLM)

  Lady Wednesday'in yazısıyla haberdar olduğum bir film Kardec. Bir saat elli dakika süren filmin konusu Fransa'da geçiyor. Film Brezilya yapımı olduğundan dili Portekizce. Film gerçek olaylardan esinlenmiş. Pozitivizme inanan profesör Rivail; o dönem popüler olan ruh çağırma seanslarını saçma bulmaktadır. Fakat bir tanesine katıldıktan ve ruhlar, o ve eşinin arasında geçen bir diyalogu aynen aktardıktan sonra inanmaya başlar. Ruhlar medyumlar aracılığıyla mesajlarını iletmektedir, Rivail bunları derleyip toplar, materyalizme karşı spirütüalizm akımını kurar. Buna göre evrensel bir ruh vardır, bu sevgiyi içerir. Ruh ölmez, reankarne olur. Rivail seansların birinde geçmişte  yaşayan druidlerden Allan Kardec olduğunu öğrenir ve bundan sonra bu ismi kullanır.  Ruhlardan gelen mesajları "Hakikatin Ruhu" adıyla kitaplaştırır. Her şey güllük gülüstanlık gitmez tabi. Reenkarnasyon gibi kilisenin karşı olduğu fikirleri yaydığı için kitapları yasaklanır, yakılır. Fakat yasakla

YIKILMIŞ KADIN-SIMONE DE BEAUVOIR

Paris gezimizde rehber, dünya kadınlarının  Simone De Beauvoir'e borçlu olduklarını, mutlaka okunması gerektiğini söyleyince okunacaklar listeme almıştım. Bu sene satın aldığım üç kitaptan ikincisi buydu.  Bir yazarı iyi yapan nedir? Bence kahramanların düşüncelerini, duygularını okura geçirebilmesidir. Okuduktan sonra boğazımda tortu, kalbimde pas kaldığına göre sanırım kitap iyi yazılmıştı.  Üç öyküden oluşan bu kitaptaki öykülerin ana kahramanları kadınlar. İlk öyküde, bir yazar olan kadının yaşlanması, iş tatminini kaybetmesi, kocasının ilgisinin azalması ve en çok da doğurup büyüttüğü çocuğunun muhalif bir birey olmasını beklerken, devlet memuru gibi sisteme itaati gerektiren bir meslek seçmesi ve  annesinin yolundan çıkması ile yaşadığı hayal kırıklığı sonrası hayat sorgulamasından oluşuyor.  Sonunda şöyle diyor kahramanımız    " ....takma dişler, siyatikler,zihinsel verimsizlikler ve yalnızlık olacaktı. Gelecekte gözlerimi bunlara dikmemeyi başarabilecek miyim? Yoksa on

AĞAÇ EV SOHBETLERİ #63

  Ağaç Ev Sohbetleri'ni Andromeda organize etmeye devam ediyor. Bu haftaki konumuz deprem. Biz depremler konusunda ne kadar bilgiliyiz ve ne derecede hazırlıklıyız? Ülkemiz fay hatları üzerine kurulmuş, bugüne kadar depremler olmuş, bundan sonra da depremler olacak. Dünyada bilemediğimiz, öngöremediğimiz çok şey var, ama depremin olacağını öngörebiliyoruz, o halde ona göre davranmamız gerek. Depreme bireysel olarak hazır olmaktansa, çoğunluk gibi toplumsal olarak hazır olmak gerektiğini düşünüyorum. Artık ezberlediğimiz "deprem değil, bina öldürür" lafından haraketle bundan sonra yapılacak binaların doğru zeminde, doğru tekniklerle yapılması gerekiyor, önceden yapılanlarınsa kontrol edilmesi ve eksik olanların yıkılması gerekiyor. Yapılması gereken bu kadar açıkken neden yapılamıyor? Öncelikle herkes kolaylıkla "müteahhit" olabiliyor. Belli bir mezuniyet şartı aranmadan 18 yaşını dolduran herkes "müteahhit" olabiliyor. Müteahhit olan kişi yaptığı bina

30 EKİM 2020 İZMİR DEPREMİ

Depremin olduğu saatlerde saçma sapan bir hedefi tutturmaya çalışıyordum. Eşim aradı, telefonu açmadım. İşim vardı. Sonra tekrar aradı. "Deprem, İzmir, 6,8" dedi. "Sizinkilerle görüştüm, iyiler" dedi. 6,8 den sonra elim ayağım tutmadı. Annem, kız kardeşim Salihli'de yaşıyor, Marttan beri sallanıp duruyorlardı zaten. Hemen aradım, iyilerdi çok şükür. Depremin olduğu saatlerde annem evde, babam markette, kardeşim ve eşi iş yerlerinde, yeğenim okuldaydı. Başlarına bir şey gelseydi, nereye koşacaktık bilmem. İzmir'dekileri düşününce çok canım yanıyor.Bir taraftan boyutuna göre az binayı etkilediği için şükrediyorum. 6,8 i duyunca Kocaeli gibi oldu sandım. Neyse ki denizde olmuş deprem.  Akşam haberlerde depremi önceden tahmin eden Ahmet Ercan'ı dinledim. İki ay içinde bu depremin devamı niteliğinde Germencik, Pamucak, Aydın, Turgutlu'yu etkileyecek 7 şiddetinde bir depremin daha olacağını söyledi. Salihli'yi saymadı diye avuttum kendimi. Turgutlu'