Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

TANRILAR OKULU-STEFANO D'ANNA

Tanrılar Okulu, ruhsal gelişimle ilgilenenlerin yoluna çıkan popüler bir kitap. Ben de yıllar önce almış ama sıkılıp bırakmıştım. Son zamanlarda moda bir deyiş var : Demek ki o kitaba o zaman hazır değildin diye. Ben de böyle olmuşumdur belki diye kitabı tekrar okumak istedim ve inat ettim. Sonuç Temmuzdan beri bu kitabı okumaya çalışıyorum ve geçen hafta bitirebildim. İnat edip bitirdiğim için kendimi kutlamalı mıyım, yoksa temmuzdan beri daha çok kitap okumama engel oldum diye üzülmeli miyim bilemedim. Tanrılar Okulu özünde farklı bir kitap. Eşini kaybetmiş, hayattan keyif almayan, mutsuz bir adamın metafizik bir varlık olan Dreamer'la karşılaşmasını ve Dreamer'ın ona kendisinin ve hayatının efendisi olmayı öğretmesini anlatıyor. Kitap başımıza gelen her şeyin kendimizden kaynaklandığını, " düş "ler ve kendimizi buna adarsak, korku ve kaygı ile düş'ü kirletmezsek cenneti yaşayacağımızı iddia ediyor. Örneğin kitapta kahramanın karısının  hastalanıp ölmesinin, kah

ODAKLANAMAMA

 Eskiden hayat yavaş geçerdi. Geceler uzun, kışlar uzun… Nuri Bilge Ceylan filmlerindeki sessizliği hissederdi insan. Akşam yaşanan elektrik kesintisi sessizliği gibi…Bazen dinginleştirici gelirdi, bazen sıkıcı.. .Çok fazla uyaran yoktu. Odaklanma sorunu çekmezdim. Kitap okuyabilirdim saatlerce.  Ya hayattan beklentim düşüktü, ya da ben çocuktum, yapılacak yığınla işim yoktu. Şimdi öyle değil. Hem mesleğim gereği, hem de dijital çağ gereği sürekli bir uyaran var. Bankacı olunca, sürekli bir akış var, beklenti, hedefler, müşteri didiklemesi… Artık zihnim sürekli uyarıcı istiyor. Boş boş bakamıyorum. Hadi iş, adı üstünde iş; kuralları ben koymuyorum. Ya özel hayatım? Elimde sürekli bir telefon. Tezgah toplanacak örneğin ille arka planda bir youtube videosu açık olacak. O videoyu bulana kadar geçirdiğim zaman, video bittikten sonra ille yenisini açmaya çalışmam…. O kadar yapmam gereken işe odaklanamıyorum ki 10 dakikalık iş bir saatte bitiyor. Bir de whatsapp var. Lise grubu, iş grubu, ar

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 222

  Ağaç Ev Sohbetleri’nin bu haftaki konusunu Deep Tone önermiş: “Teknoloji ve gelişme artsa da insanlar eskiye göre kendilerini daha az güvende hissediyorlar. Neden olabilir?” Bulaşık makinası, çamaşır makinası, robot süpürgeler, hızlı trenler, uçakla seyahatin yaygınlaşması, e posta ile telefonla anlık iletişim kurulabilmesi… Zamandan tasarruf ettiren müthiş icatlar. Sanırsınız ki bunlar arttı kendimize bol bol zaman kaldı, tam tersi. Bunlar çoğaldıkça dünya da daha hızlı dönüyor sanki, yetişmek mümkün olmuyor.Üstüne üstlük eskiden hayatta yapacak bir şey yok muydu bilmem şimdi yapmak istediklerimize bile yetişemiyoruz. İletişimin bu kadar kolaylaşması dijital sosyalleşmeyi kolaylaştırıyor. Artık hayatlarımızı anlık paylaşabilirken, arkadaşlarımızın hayatına anlık tanık olabilirken, bir taraftan da kırılgan hale geliyoruz. Tüm kişisel verilerimize ulaşabilen hırsızlık yöntemleri var. Bu nedenle daha az güvende hissediyoruz. Aynı zamanda filtreli paylaşımlar da sosyalleşme ihtiyacımızı

YOL

  Kadın bir gün yürürken, Yolunu değiştirmiş. Yolda bir iplik bulmuş, Parlak ve çekiciymiş.   Kadın bir koza örmüş, İpliği sahteymiş, Güneşte bekleyince, Erimiş ve dökülmüş. Kadın çırçıplak kalmış, Karakteri sarsılmış, Eski yoluna dönmesi, Hiç mümkün olamamış

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 221

  Ağaç Ev Sohbetleri 221. Hafta ile devam ediyor. Haftanın konusu Deep Tone’dan: “Vejetaryen beslenenler gün geçtikçe çoğalıyor. Bu tür beslenmenin avantajları dezavantajlarından daha mı çok?” Vejetaryen beslenme , bitkisel kaynaklı besinlerle beslenme; yumurta ve süt ürünleri dışında hayvansal besinlerden uzak durma, kabaca et yememek olarak ifade edilir. Yumurta ve süt ürünleri de yenmiyorsa vegan beslenmeden söz edilir. Beslenmenin sağlık ve enerji seviyesi üzerine etkisi çeşitli çalışmalarla kanıtlanmıştır. Sebze ile beslenmenin, yeşil beslenmenin insan ömrünü uzattığı biliniyor. İkigai kitabında  Okinava/Japonya, Sardinya/İtalya gibi ülkelerde sebze ağırlıklı beslenmenin yaygın olduğu, bu kişilerin dünyanın geri kalanına göre uzun yaşadığı anlatılmış. (Değerlendirirken bunların balık yediğini göz ardı etmemek gerek tabii..) Hint felsefesi; et yemenin insan vücudundaki enerji akışını bloke ettiği, dahası kesim esnasında hayvanların yaşadığı acıların, bunların etini yediğimizde bede

SIRADAN GÜZEL GÜN

 Saat 15.51..Hava kapalı biraz, kapalı havanın griliği ofisin havasını daha da ağırlaştırmış. Öğleden sonra, yerel pazarın da kurulmasıyla Salı günü dolup taşan şube sakinlemiş biraz. Hatta az önce uğultu bile kesildi. TDK uğultuyu “gürültülü, kalın, boğuk ve anlaşılmaz ses” olarak tanımlıyor.  Uğultu bu binanın doğal dokusu gibi. Bir sürü insanın aynı anda konuşmasının çıkardığı sesin birleşip dokusunun değişmesi ne ilginç.  Temizlikçi ablamız titiz. Boş durmayı sevmez. Müdür yok ama onun masayı üç kere sildi bugün. Arkadaşlar “sile,sile yeni masa yaptı “ diye dalga geçiyor. Şimdi de yerlere paspas atıyor. Klasik, bugün de kim tatlı ısmarlasın muhabbeti yapıldı. Tatlı fiyatları coştuğundan herkes kaçmaya çalışıyor. En son tatlı toplantısı yapılması konusunda uzlaşıldı. Alanlar yeşil, almayanlar excelde kırmızıya boyanacak. Hep iş toplantısı yapılacak değil. Masam yine dağılmış. Ne ara dağılıyor anlamıyorum Arkamda dolaplar var ama o kadar yığın, yoğun iş var ki unutuyorum, dolaba koyu

KEBAPÇI

  Bazı kebapçı salonlarında bir kaos olur ya hep. Alt tarafı bir döner yiyeceksinizdir, hızlı olmak adına sürekli bir bağırış, bir koşuşturmaca, gereksiz bir telaş…Son zamanlarda ülkemiz bu kebapçı dükkanı gibi geliyor. Ortada bir şey yok, sürekli koşuşturmaca, kaos. Bizim işyeri de aynı Bir düzen, dinginlik istiyorum..  İş hayatım, hayatımın büyük bölümünü kapsayınca kaçmak mümkün olmuyor. Herkes için böyle değil tabi. Bazı iş arkadaşlarım böyle değil. Ben de bu türde iş arkadaşlarımı gözlemledim, verilen anlamsız hedefleri tutturunca mutlu ve başarılı hissediyorlardı. Eski ve güzel bir dua vardır: “tanrım bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilme cesaretini değiştiremeyeceğim şeyleri kbullenebilme iç huzurunu ve ikisi arasındaki farkı anlayabilme aklını ver.” Yaptığım gözlem ve bu dua ışığında “tamam dedim, ben de araziye uyacağım. Hedeflere odaklanıp şikayet etmeyeceğim, mutlu olmaya çalışacağım.” Yaptım da.. Performans sıram düzeldi, iki yılı böyle geçirdim. Şimdiyse yere sert

KULE

  Boğazda yumru, Kalpte bir ağırlık,  Gözlerde hazır yaşlar, Ve beyazlayan saçlar. Ortada yok hiç sebep, Sadece şımarıklık, Kız kızıyor kendine, Ama bulamıyor çıkış. Aslında biliyor , İçinde bilge kişi, Dengesini kaybettiren, O büyük laneti. Kız etmiyor itiraf, Kaçıyor kendinden,  İstemiyor devirmek, İnşa ettiği o güzel kuleyi. Kulen güzel olsa, Üzülmezdin diyor ses, Yaptığın geciktirmek, Kaçınılmaz sonu. Kız bir anda sıkıldı, Tüm bu saçmalıktan. Bir bardak çay aldı, Bekleyen İşlere daldı. Nasılsa her şey yalan, Git biraz daha oyalan, Diyen Yunus’u andı. Kız devam etti..

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 220

Aslında düzenli yazmak istiyorum ama bazen yoğun iş temposu, bazen de söyleyecek sözüm olmadığından, ya da aklıma konu gelmediğinden yazamıyorum. Ağaç Ev Sohbetleri burada işe yarıyor. Yazmaya dönmek istiyor ama konu mu bulamıyorsunuz? Ağaç Evde o hafta ne konuşuluyor, bakın, hooop konu hazır 😊 220 haftadır devam eden Ağaç Ev sohbetleri’nin bu haftaki konusunu Deeptone önermiş: “İyi bir komşu nasıl olur ?” İyi komşu denince aklıma elinde poğaça tabağı ile kapıda gülümseyerek duran bir tip geliyor. Sanırım romantik biriyim. Tatile giderken evin anahtarını bırakabileceğiniz, siz yokken çiçeklerinizi sulayan, ya da kedinin mamasını veren komşu bence iyi komşu. Ya da acil hastaneye gitmeniz gerekti, çocuğu bırakıyorsunuz, gözünüz arkada kalmıyor. Aşure ayında aşure getiriyor. Eli de pek lezzetli. Böyle olsa ne iyi olurdu. Sanırım iyi komşu değil de dost arıyorum. Benimle aynı binada oturdu diye etinden, sütünden ve yününden yararlanmak istesem de günümüz koşullarında zor artık.

KELİME OYUNU 117

  Kelime Oyunu'nun 117. Hafta kelimeleri Deeptone dan: Hizmetli/Meditasyon/Volta/Şifacı/Seromoni FREKANS Serkan biraz çekingen, 40lı yaşlarında bir adamdı. Kendini bildi bileli sınır koyamama , hayır diyememe sorunu yaşıyor ama aşamıyordu. Psikologlara, psikiyatristlere gitmiş, bir türlü aşamamıştı sıkıntılarını. Maddi dünyada sorunlarını çözmekten umudu kesen Serkan, son zamanlarda moda olan spiritüel dünyaya yönelmişti. Derdine devayı buralarda arıyordu. Instagramda “UYAN” isimli bir gruba rastlamış, tüm cesaretini toplayıp onlarla iletişime geçmişti. Etkileyici bir liderleri vardı. Tokalaşırken elini uzun uzun tutmuş, gözlerinin içine korkusuzca bakmıştı. İnsanın içine işleyen gözleri vardı. Etkilenmişti Serkan. Sözleri hiç aklından çıkmamıştı. Şöyle demişti: -Neden kendini saklıyorsun Serkan? Sen bu dünyaya ışık saçmak için gönderilmiş bir hizmetlisin ;  bir ışık işçisisin. İçindeki şifacıyı görebiliyorum. İzin ver ortaya çıkaralım. Yüksek benliğinin iznini istiyorum. İçindeki

NAZAR

Eşsiz(!) yüzme stilimden bahsettiğim şu yazımın ertesi gününde otelin arkasındaki havuzda kimse yoktu. Sakinliği fırsat bilip koştur koştur bu havuza girdim. Amacım yeni teknikler denemekti. Denedim de...Kafamı soktum, tek ayak durdum vb vb derken... Su yuttum, sonra müthiş bir üşüme, havuzun kenarında bilmem kaç derece sıcağın altında ısınmaya çalıştım, olmadı. Sonra öğle sıcağında Yalıkavak' ta yürüdüm. Akşamında keşkek yedim. Artık havuzdan mı enfeksiyon kaptım, sıcak mi çarptı, yemek mi bozuktu bilmiyorum. Akabinde bir hafta sürecek, hayatımda görmediğim ishal; onu bitirdik bir hafta sürecek  nezle, son üç gündür de idrar yolu enfeksiyonu ile mücadele ediyorum. Ne güzel bir buçuk yıldır sinüzit dışında ağrım sızım yoktu. Kesin nazarlara geldim. Sağlığımı geri alabilir miyim lütfen?

MEMNUNİYETSİZLİk

  Uyuyor, uyanıyoruz. İşe geliyor, işten gidiyor, yemek yiyoruz. Arkadaşlarımız geliyor gidiyor, gülüp eğleniyoruz.  Sonra birileri hastalanıyor, ölüyor ya da iyileşiyor. Çatışmalar ve sürtüşmeler oluyor. Tatille çıkıyoruz, güzel şehirler görüyoruz. Görüntüler bazen hep aynı, bazen sahneler hızla değişiyor. Çiçekler açıyor soluyor. Arka arkaya yağmurlu günler sonrası, yazın kavruluyoruz. Depremler oluyor. Seçimler ve ekonomik krizler. Yine de bende bir yaşamamışlık hissi. Sevgili içim sana soruyorum napayım? Böcek mi yiyeyim, ekstrem spor mu yapayım? Ne bu memnuniyetsizlik bu ara? Elimde olsa seni çıkarıp kenara koyacağım, yıldırdın!!

İÇ SIKINTISI

İçi sıkılmıştı. Can sıkıntısı değildi bu, iç sıkıntısıydı.Canın sıkıldığında bir şeyler bulur, yapardın, geçerdi. İç sıkıntısındaysa yaşam anlamsız gelirdi. Ee derdin, ne anlamı var ki? Eskiden uyurdu geçerdi.Artık uyuyamaz olmuştu.İç sıkıntısı olduğunda ruhuna uygun olmayan bir şeyler yaptığını fark etmişti. İçi uyarıyordu onu.Sen bunu istemiyorsun, bu sana uygun değil, sen bu değilsin. Böyle zamanlarda korkmadan içine bakmalıydı. Özüne uygun olmayan düşünceleri, davranışları değiştirip devam etmeliydi.  İç sesini dinleyip mutabakata varmalıydı. Öyle yaptı kız. Hatalarını düşündü, aslında ne yapmak istediğini düşündü.Uzlaştı içiyle. Bir eylem planı ortaya koydular. Hayat tekrar anlam kazandı. Kız huzurla uykuya daldı...

YOGA

Denizden uzak büyüyenlerdenim. Ailemde deniz tatili kültürü olmayinca ilk denize girişim 23 yaşımdaydı sanırım. Sonra her yaz bir iki gün, bir iki saat suyla buluşmuşluğum var. Ama tam öğrendim sayılmaz. Bir ara kursa da gittim ama korkup suya bırakamayınca kendimi pek işe yaramadı.  Yoga ile tanışmam 2013 yılı. Pek düzenli devam ettiğim söylenemez.Son  bir yıldır ise , bir kaç günlük istisna dışında her gün yoga yaptım. Bazen 15 dakika,bazen 10 dakika, bazen yarım saat..Müthiş bir disiplin içinde devam ettim.Bu tatil  kendimi havuza attım ve yüzebildigimi gördüm. Havuzu bir kaç defa  baştan sona gittim geldim. Eskiden burnumdan nefes alamıyordum, asanalar sırasındaki nefes alışverişleri işe yaramış meğer, ağzımı kapatıp burnumdan nefes alabildim.Ve bugün yüzerken akciğerlerimin yandığını hissettim. İnsan akciğerlerini hissedebilirmiş meğer.Çok güzel bir histi.Canım akciğerlerim. Son bir haftadır, yılın en sıcak haftasında, öğlen sıcağında dağ taş yürüyorum, kondisyonum çok iyi. Özetle

TATİL

  Tatildeyiz. Otelde bir hafta vakit geçirmek sıkıcı geldiğinden yıllardır çok şehirli tatiller yaparız. Güneşin altında,dilimiz dışarda, kıpkırmızı burunla sağda solda koşuştururuz. Asla durmayız çünkü hiç bir şeyi kaçırmamamız gerekir.Haliyle tatil yorucu oluyor. Bu tatil için güzel elbiseler almıştım kendime, sürekli seyahat halinde oldugumuz için henüz giyebilmis değilim. Bir kot, bir tişört... Gün batımında, elimde dev kadehlerle, saçım basım kontrol altında bir fotom olamayacak sanırım.Yapabilenlere helal olsun diyorum. Onun dışında her şey çok pahalı. Dönerler,tostlar almış başını gitmiş, lüks yemek olmuş. Emeğime üzülüyorum,karşılığı ile döner alırken bile düşünüyorum.Otel tatili sevmem dedim ama eskiden kaldığımız otellerde kalmak filan hayal oldu artık. TL ye yazık, bize yazık. Ama iki ay önce seçim yaptık değil mi? Memnun olmalıyız durumdan. O zaman dans!!

KALP

Not: Sınırsız saçmalama hakkımı kullanıyorum. Kalbi kurudu, inceldi bir anda, Bir cips gibi adeta. Sonra kırıldı ve döküldü, Isırılan cips gibi. O gün kız kalpsiz kaldı, Kalbi her şeymiş, anladı. Kızın kalbi gidince, Dünya da sevgisiz kaldı.

DÜNYA YUVARLAK!

 İki yüz bin yıl önce, İnsan doğmuş yeryüzüne Sormuş kendi kendine Neden buradayım, işim ne? Dünyanın doğusunda, Demişler kaderdir bu. Bu dünya bir imtihan, Geçecek her şey dayan. Yine doğuda, Demişler bu illüzyon, Ruh sonsuzdur, ölüm yok. Neşelen, izle, oyalan. Dünyanın batısında, Demişler her şey burada, Tanrılık  ruhumuzda, Şekil ver sen  hayata. Kim bilir doğrusu ne? Belki de ikisi de, Düşünme çokça sen de, Hem şekillendir, hem neşelen, Geçeceğini unutmadan. 

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 196

 Ağaç Ev Sohbetleri’nin 196. Haftasında “Kendi kendine öğrenmek mi yoksa bir öğretmenle öğrenmek mi?” konusu üzerinde düşünüyoruz. Burada kişinin ne öğrendiği ve kişilik yapısı önemli. Uçak kullanmak, araba kullanmak söz konusu olduğunda  kendi kendimize öğrenemeyeceğimizden mutlaka bir öğretmen olması gerekiyor. Ama kendi kendimize öğrenebileceğimiz bir konu ise kişinin içe dönük ya da dışa dönük olması; zaman mekan sınırlaması gibi tercihler de durumu etkiliyor.  Soru hangisi ile daha iyi öğrenilir ise eskiden kendi kendine öğrenmenin en iyisi olduğunu söylerdim. Kendi kendime olduğumda, konuyu dağıtmadan, iyice odaklanarak daha kısa zamanda öğrenebiliyorum. Eğer pratik yaparak öğrenilecek bir şeyse yine kendi kendime pratik yapmak konuyu daha çok özümsememi sağlıyor. Ama son yıllarda kendi kendime belli bir bakış açısının dışına çıkamadığımı fark ettim. Kendi kendime öğrenirken aynı çizgide devam edip gelişemediğim oluyor. Bazen burnumun önündekini bile göremiyorum. Oysa iyi bir öğr

GÜL

  Adam bir gül kokladı. Gül, ona yasaktı. Burnuna bulaşan toz, Burnundan hiç çıkmadı.

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 195

Ağaç Ev Sohbetleri başlayalı 195 hafta olmuş.  Zaman su gibi!Bu hafta Deeptone "İnsanlar farklı giysiler giydiklerinde farklı davranırlar mı?"  diye sormuş. Etten, kemikten yaratılmış canlılar olarak duygularımızı, davranışlarımızı etkileyen, yönlendiren faktörler var. Müzik dinlediğimizde, güneş gördüğümüzde, hareket ettiğimizde modumuz değişebiliyor. Renklerin, giysilerin, temizliğin de insan duygularını, davranışlarını değiştiren bir etkisi var. Kıyafetin, makyajın, saçın etkisi yadsınamaz.   Evde dizleri çıkmış pijamalı benle, takım elbiseli, topuklu ayakkabılı benin hissettiği aynı değildir. Hafif dekolte ile kadınsı hissederken, yazın sahilde şipidik terliklerimle gevşek bir insan olurum. Dünyanın insana hediyesi,neşe veren şeyler bunlar. Ama bazen insanın öyle bir karizması  oluyor ki ne giyerse giysin " vay be " diyorsun. O zaman itici güç içindeki tutku ya da öfke oluyor. İkizdere'deki Hava teyze gibi. Bazen de insan ne giyerse giysin dikkati hüznünde,

Karamsarlık

Sanki sözler bitmiş gibi. Sanki güneş bir daha doğmayacakmış gibi. Böğrüne öküz oturması ne demek bugün anladım.Öküz çok ağır, çok kilolu.Böğrümde öküz, boğazımda yumru var.Umudu  kestim yurdumdan.

BKK-ŞUBAT 2023/ YERYÜZÜNE DAYANABİLMEK İÇİN YAZILAR-TEZER ÖZLÜ

  Blogger Kitap Kulubü 'nün altıncı kitabını Yüreğimin İklimi önerdi: Tezer Özlü/Yeryüzüne Dayanabilmek İçin Yazılar. Tezer Özlü kitap kulübü sayesinde haberdar olduğum bir yazar. 1945 yılında doğan yazar Almanca-Türkçe  çeviriler yapmış; pek çok dergide sinema, kültür yazıları yazmış; az sayıda kitap yazmış. Erkenden, 43 yaşında kanserden ölen yazarın Milliyet Sanat, Halkçı gibi dergilerdeki yazılarını kardeşi Sezer Özlü toplamış, ve Yeryüzüne Dayanabilmek İçin Yazılar olarak yayınlamış. Kitaptaki 27 yazı; yazarın Kafka, Zweig gibi yazarlar hakkında düşündükleri, bir dönem yaşadığı Almanya'daki kültür sanat festivalleri ve burada gösterilen filmler, yayınlanan kitaplar üzerine. Yazılarından sinema ve edebiyat tutkunu olduğu anlaşılan yazarın hassas ruhunu da hissedebiliyoruz. Yeryüzüne dayanabilmek için yazan yazar; yeryüzünden kaçmak için sanata, edebiyata sığınmış gibi görünüyor. O dönemin aydınlarında görünen memleketin dertleriyle dertlenmek, çözüm aramak da yazarın kafas

İÇERİSİ-DIŞARISI

Gökyüzünün altında söylenmemiş söz kalmadı diye bir şeyler okumuştum sanki. Öyle de olsa insan konuşmak, yazmak, söylemek istiyor. Tekrar etmek, içindekileri dökmek. Bu konuda da çok söylendi, yazıldı. Bir kere de ben yazayım. İnsanın içinde tek bir kişi yok. Çizgi filmlerdeki melek ve şeytan gibi. Benim içimde  mesela, bir tane alçakgönüllü ben var; bir de ukala, gösteriş budalası. İkisi aynı anda nasıl var olabiliyor anlamıyorum. Alçakgönüllü olanı seviyorum, diğeri yoruyor beni. Gölgelerimiz, karanlığımız dedikleri böyle bir şey mi? Sadece bu ikisi olsa yine iyi. Hesapçısı var, pasifi agresifi var, iyi kalplisi var, bir de katil olmaya meyillisi. Bu kadar kalabalıkken yine de yalnızlık çekebiliyorum.  Doğan Cüceloğlu diyor ki içimizle dışımızı ne kadar eşitlersek, maskelerimizden ne kadar kurtulursak o kadar mutlu oluruz. Mevlana diyor ki ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Peki içimiz bu kadar kalabalıkken nasıl olacak?İçimizde bu kadar çelişki varken?  Sanırım irade dedi

MASKE

  Dünya acaip bir yer. Bir sabah uyandığında gözüne cennet gibi gelen dünya, diğer sabah bataklık gibi geliyor. Bazen seyre doyamazken, bazen öleyim bitsin diyorsun . Son bir yıldır yaşam enerjim tavanken dünya bana toz pembe görünüyordu. Şimdilerdeyse gözlüğümün pembe camları siyaha boyanmaya başladı. Aslında sorun dünyada değil de insanlarda. Kabuğum olmasın istemiştim, hepimiz aynı özden gelmiştik, hepimiz yaratıcının suretleriydik diye düşünmüştüm. Olduğum gibi davranmaya, insanlara sevecen yaklaşmaya çalışmıştım. Yanılmışım. Kabuklarımız bizi istismardan koruyan sınırlarımız. Onun için çok kıymetliler. Bunu kabullendim ama en sevdiklerimin, hayatımın tam ortasında  olanların iyi niyet dediğimizi suiistimal etmesini kabullenemiyorum. Benim sana iyi davranmış olmam sana beni yirmi dört saat arama hakkını vermez ki? Benim hayatımın her saniyesi ile ilgili hesap sorma hakkını da vermez. Ne yapalım, sürekli dikenlerimizi mi çıkaralım? İnsanca davranmayalım mı?  Bu ara bu durumdan dertl

BKK-OCAK 2023/ GORIOT BABA-BALZAC

  Blogger Kitap Kulübü'nde Ocak ayında Sevimli Kitaplar'ı n önerisi ile Goriot Baba'yı okumuştuk. Deprem sonrası kendime yeni gelebildiğimden ancak yazabiliyorum. Balzac'tan daha önce Vadideki Zambak ve İki Yeni Gelinin Anıları kitaplarını okumaya çalışmış ancak haz almamıştım. Bunları bitirebildim mi hatırlamıyorum. Balzac'a karşı ön yargım vardı.Maalesef bu kitapla da Balzac'ı sevemedim. Ben sevmesem de Balzac Fransız edebiyatının en güçlü romancılarından sayılıyormuş. İnsanın kusurlu doğasını, paraya, şatafata, güzelliğe olan düşkünlüğünü kaleme alan yazar, betimlemelerdeki ustalığı ile biliniyormuş. Balzac'ı öne çıkaran bu özelliklere Goriot Baba romanında da rastlıyoruz. Yoksul, sonradan yoksullaşan insanların yaşadığı  Vaquer pansiyonunun uzun bir tasviriyle başlıyor kitap. Kitaba adını veren Goriot Baba'da bu pansiyonerlerden biri. Eskiden un, şehriye tüccarı zengin bir adamken iki kızı zengin adamlarla evlenip  sosyeteye girebilsin diye elindeki

DEPREM

6 Şubat gecesi 4.17 de uyandım. Sallanıyorduk, eşimi uyandırdım. Öylece yatakta oturup geçmesini bekledik. Hemen biterdi. Bu seferki bitmek bilmedi. Uyuduğumuz odanın kapısı çarpıyordu, kalktım kapattım. Bizim şehrimiz deprem şehri değil diye biliyorduk. Ne bir yaşam üçgeni düşünmüşlüğümüz vardı, ne de kaçmaya dair bir refleksimiz. Adana'ya yakındık. Acaba Adana'da mı oldu derken ikinci sarsıntı başladı. Baktık iş ciddi, dışarı attık kendimizi. Herkes dışardaydı zaten. Biz bunları yaşarken Hatay'da, Maraş'ta, Adıyaman'da binlerce insan ölmüş. Öyle bir sallanmışlar ki yürüyememişler bile.Kaçamamışlar. Ertesi gün her şey normalmiş gibi işe gittik. Her şey normalmiş gibi sabahın dokuzunda müşteri geldi, ekspertiz raporu belli oldu mu diye sordu. Biz bunları yaşarken meğer insanlar enkaz altından bağırıyorlarmış, bizi kurtarın diye , bir sürü evden bir sürü ses geliyormuş da kimseler gelmiyormuş kurtarmaya. Öğlen mesai başlayınca yine büyük bir sarsıntı oldu. Şubeden dı

ESİNLENMEK/ETKİLENMEK

Momentos'un Blog Dünyasında Bu Hafta 39  yayını dinleyip yorum yapınca, yedinci haftada benim blogumdan söz ettiğini öğrenip dinledim. Momentos bana bir zamanlarda evde denediklerimi hatırlattı. Arka balkonda dolu bekleyen kompost kovamı hatırladım, çöplerimi toprakla buluşturup, yeni atıklarımı kovaya koydum. Ayrıştırdığım piller ve yağlar aklıma geldi, en kısa zamanda onları da oldukları yere göndereceğim. Özetle sevgili Momentos 'tan etkilenip tekrar yola koyuldum. Sonra ilham veren insanlar hakkında düşündüm. Dünya nüfusu 8 milyara yaklaşmış. 8 milyar farklı insan olsa da bazen günlük hayatta -iş hayatında özellikle- herkes aynı geliyor,  internete şükrediyorum.Yobazların interneti şeytan olarak görmelerine şaşmamak gerek, gerçekten ufuk açıcı. İnternet olmasaydı bulunduğum dar çevrenin fikirlerinden sadece kitaplar aracılığıyla bir nebze sıyrılabilirdim. Oysa internet önüme bir sürü dünya sunuyor. İnstgramda dünyanın farklı yerlerinden, farklı konularla ilgilenen insanları

RUTİN

Rutin, her zaman yapılan, alışılmış olan demekmiş. Bir konuda başarılı olmak, sonuç elde etmek için istikrarla yapmak, rutine oturtmak gerekiyor. Bir müzik aleti çalmak, spor yapmak gibi. Rutin olarak yaptıklarımız kişiliğimizi ve hayatımızı oluşturuyor; kaderimize doğrudan etki ediyor. Ne zaman üzülsek, sıra dışı bir şey yaşasak dengeyi bulmak için rutinlerimize sığınmamızı öneriyor uzmanlar. Rutinler bizi hayata demirliyor,  rutinler güvenli limanımız oluyor.Hayvanlar, bitkiler için de öyle. Düzenli sulanmak istiyor bitkiler, hayvanlar aynı şekilde sevilmek istiyor. Bedenimiz her gün aynı saatte yatıp, aynı saatte kalkmak istiyor. Ama bazen de öyle oluyor ki rutinler prangalarımız oluyor. Kurulmuş robot gibi hayatlar yaşamaya başlıyoruz. Gözümüzün feri sönüyor. O zaman rutin öldürür diyor uzmanlar. Yeni bir şeyler öğrenin, yeni bir yoldan yürüyün diyorlar. Bunu diyen uzmanlar da haklı. Uzmanlar hep haklı zaten. Rutinler zincire dönüştüğünde yeni bir şehir görmek, yeni bir yoldan geçm

BKK-ARALIK 2022/ALGERNON'A ÇİÇEKLER-DANIEL KEYES

Blogger Kitap Kulubü'nde Aralık ayında  Algernon'a Çiçekleri;  she is the man 'in önerisiyle okuduk .Güzel kitaptı.Sarsıcıydı. İçimi titretti. Amerikalı yazar Daniel Keyes'in 1959 yılında yazdığı Algernon'a Çiçekler doğuştan ileri derecede zeka geriliği olan Charlie Gordon'un hikayesini anlatıyor. Normal çocuklar gibi olmayan Charlie Gordon'un annesi oğlunun bu durumunu  kabul edemez, onun "normalleşmesi" için doktorlara götürür, düzelmeyince kız kardeşinin gelişimini engellediği gerekçesiyle evden uzaklaştırır; babası  çalışması için bir fırına çırak verir, o günden sonra ailesini görmez. Fırında çalışan Charlie'nin burada arkadaşları vardır , mutludur, ama hep okuma yazma öğrenip annesinin istediği gibi daha akıllı olmak istemektedir. Okuma yazma öğrenmek için gittiği okul aracılığıyla ve kız kardeşinin izniyle  Algernon adlı fareye uygulanan ve olumlu sonuç alınan zeka geliştirme projesine kobay olur ve ameliyat başarılı geçer. Charlie'd